sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 26. VE 29. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 26. VE 29. AYETLER
14.01.2025
12
A+
A-

Kur’an-ı Kerim’de İnsanlara Misal Vermenin Faydası

 

26- Gerçekten Allah bir sivrisineği ve­ya ondan daha ileri herhangi bir şeyi misal vermekten çekinmez. İman eden­ler bunun Rablerinden bir hak olduğu­nu bilirler. Kâfirler ise: “Allah bu misal ile ne murad etmiştir?” derler. Allah bununla çoğu kimseyi saptırır ve yine bununla çoğu kimseyi de hidayete er­dirir. O bununla fasıklardan başkasını saptırmaz.

27-  Onlar ki Allahm ahdini sağlamlaş-tırdıktan sonra bozarlar. Allanın bitiş­tirilmesin! emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde fesad yaparlar. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

 

Nüzul Sebebi

 

Taberi, Tefsir1 inde (I, 138) Ashâb-ı Kiram arasından bir gruptan şunu ri­vayet etmektedir: Şanı yüce Allah münafıklara: “Onların misali bir ateş yaka­nın hali gibidir” (ayet 17) ile: “yahut boşanan yağmur gibidir” (ayet 19) buy­ruklarında münafıklara ait bu iki misali verince münafıklar, Allah böyle misal­ler vermekten daha yüce ve daha üstündür, dediler. Bunun üzerine yüce Allah da; “Gerçekten Allah bir sivrisineği… misal vermekten çekinmez… İşte onlar za­rara uğrayanların ta kendileridir” buyruklarını indirdi. [1][19] Süyuti ise Celâleyn’ de: “Senet itibariyle bu görüş, daha sahih ve sûrenin daha önce geçen bölümle­rine daha münasiptir”, demektedir. [2][20]

 

Açıklaması

 

Şanı yüce Allah sivrisinek ve benzeri, gerek ondan daha aşağı, gerek on­dan daha büyük bir şeyi misal vermeyi basit ve önemsiz olduğundan dolayı -onu örnek göstermekten çekinen kimsenin yaptığı gibi- misal vermekten çekin­mez. Çünkü ister küçük, ister büyük olsun, bu misali ve benzeri şeyleri göster­mekte garip kaçacak, çekinilecek veya ayıp görülecek bir taraf yoktur. Çünkü bunların hepsindeki azamet ve kudret aynı ölçüdedir. O da yaratmak ve hari­kulade bir şekilde var etmektir. Diğer taraftan örnek, bir anlama açıklık ka­zandırmak ve onu bilinen ve tanık olunan şekliyle izah etmektir. Misaller in­sanların daha kolay bir şekilde anlayabilmesi için maddî şeylerin kalıbı çerçe­vesinde murad edilen anlamlan açığa çıkarmak içindir.

Bunlar sonucunda ise kapalı görünen hususlar açıklık kazanır, aklın kar­şısında vehim gibi görünen şeyler ortadan kalkar.

Yüce Allah hikmeti sonsuz olandır. Duruma, hal ve münasebetlere uygun bir şekilde büyük olsun, küçük olsun eşyaya dair misaller vermekle, gayeye yö­nelik fayda sağlar. Eğer bahsedilen konu, hak ve İslâm gibi büyük bir şey ise, ona nur ve aydınlık gibi şeyleri misal gösterir. Eğer iş put gibi hakir ve düşük bir şey ise, faydasız olması, faydasının bulunmaması açısından, onu andıran sinek, sivrisinek ve örümceği misal verir.

Bütün eşyayı, küçüğü ile büyüğü ile yaratanın Allah olduğunu tasdik eden müminler: Bu, Allah’ın hak sözüdür. O haktan başkasını söylemez ve hepsi (her türlü misal) onun için bîrdir ve bu bir maslahat, bir hikmet dolayısıyla verilmiştir, derler. Hakir gördükleri şeylerin misal getirilmesiyle alay eden kâfirler ise, hayret ve şaşkınlık içerisinde: “Allah bu gibi önemsiz ve hakir şeyleri misal vermekle ne­yi anlatmak ister?” derler. Onlar şaşkınlık içerisindedirler ve sonunda zarara uğ­rayacaklardır. Eğer iman edecek olurlarsa hakkı bilir ve bu örneklemedeki hik­met yönünü de anlarlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “7h ki kendilerine kitab verilenler yakın ile inansınlar, iman edenlerin de imanı artsın. Kitab verilenler ile müminler şüpheye düşmesin, kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: Allah bu misal ile neyi murad etmiş? desinler diye.” (Müddessir, 74/31).

Daha sonra Yüce Allah bu tür soru soranlara böyle bir misalin Allah’ı in­kâr ettiklerinden dolayı kâfirlerin bir çoğunun sapıklığının artmasına, Allah’a iman ettiklerinden dolayı da müminlerin çoğunun hidayetinin artmasına sebep olduğunu belirterek cevâp vermektedir. Ayrıca verilen misal ile olsun, başkası ile olsun Kur’an-ı Kerîm’deki buyruklar sebebiyle fâsıklardan başkası sapıt­maz. Yani Allah’a itaatten yüzçeviren, onun yaratmasındaki sünnetinin dışına çıkıp ayetlerini inkâr eden ve maksatları idrak etmekten yana akıl ve şuurları­nı işlemez hale getirenlerden başkasını saptırmaz.

Bu buyruk, onların saptırılmalarının sebebinin Yüce Allah’ın öğüt almak isteyenler için ibret kılmış olduğu kevnî sünnetlerinin dışına çıkmaları olduğu­na işaret etmektedir. Saptırmanın Yüce Allah’a isnad edilmesi, fiilin sebebe is-nad edilmesi türündendir. Çünkü Yüce Allah misali verince, o misal sebebiyle birtakım kimseler saptı ve birtakım kimseler de hidayet buldu. İşte bu, onların sapıtmalarının ve hidayet bulmalarının sebebini teşkil etmiştir. [3][21] Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İşte biz, bu misalleri insanlara veriyoruz. Onlara ancak âtim olanlar akıl erdirir.” (Ankebui, 29/43). Alimler ise haklan yol göstericiliği sayesinde hidayet ve doğru yolu bulan müminlerdir.

Yüce Allah bunun akabinde bu fasıklann niteliklerini açıklamaktadır. Onlar yaptıkları ahitleri bozarlar. Akıl, şuur ve duyu gibi ilâhî bağışları asıl maksatları doğrultusunda kullanmaz, Yüce Allah’a fıtrî olarak (D söz verdikleri Muhammed’e iman, onu ve geçmiş bütün peygamberleri doğrulamak, Allah’ın şeriatları gere­ğince amel etmek gibi ahitleri bozarlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onla­rın kalpleri vardır, fakat bunlarla idrak etmezler. Gözleri vardır, onlarla görmez­ler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.” (A’râf, 7/179)

Onlar Allah’ın bitiştirilmesini emretmiş olduğu, varlığına dair kevnî deliller ortada olmasına rağmen Allah’a iman bağını keserler. Böylelikle delil ile, delilin gösterdiği arasındaki ilişkiyi kopartmış olurlar. Bütün peygamberlere imanı da kesmişlerdir. Bir peygamber ile diğer bir peygamber arasında ayırım gözetmiş­lerdir. Halbuki Allah bütün peygamberlere iman ederek bağın koparılmamasını emretmiştir. Diğer taraftan onlar akrabalar arası maddi yakınlığı, peygamberler arasındaki manevi yakınlığı ve müminleri veli edinmek şeklindeki bağı da bitiş­tirmezler. Arap müşrikleri Peygamber (s.a.)’i yalanlayarak fıtrat ahdini bozmuş oldular. Kitap Ehli ise, hem fıtrat ahdini bozmuştur, hem de Yüce Allah’ın kitap­larında kendilerinden almış olduğu peygamberimiz Muhammed’e iman ahdini bozmuştur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz içlerinden bir gurup bilip durdukları halde yine de hakkı gizlerler.” (Bakara, 2/146). Buna göre peygamberlerin gönderilişlerini inkâr eden, onların gösterdikleri aydınlık yol ile doğruyu bulmayan herkes, Allah’ın ahdini bozmuş demektir.

Bu bozguncular, yeryüzünde masiyetler işleyerek, insanlar arasında boz­gunculuk yaparak, onları imandan alıkoyarak inançlarından saptırarak, Kur’an çerçevesinde şüpheler uyandırarak -kendi nüfuz ve payelerini korumak gayesiyle- yeryüzünde fesat çıkartırlar.

Sonuçta ise bunlar rezil edilmek, şaşkınlık içerisinde kalmak ve yardımsız bırakılmak suretiyle dünyada acıklı azab ve Allah’ın kendilerine gazab etmesi suretiyle de ahirette hüsrana uğrayacak olanlardır. Dünyalarında da ahiretle-rinde de onlar için bir mutluluk yoktur. Çünkü bunlar hidayet karşısında dalâ­leti, mağfiret karşısında gazabı, cennet karşılığında cehennemi, ahde vefa kar­şısında ahdi bozmayı, bağları bitiştirmek yerine kesmeyi, salah yerine fesadı, sevap ve ecir yerine cezayı almışlardır. [4][22]

 

İnsanı Yaratmak, Öldürmek, Gökleri Ve Yeri Yaratmak Gibi İşlerle Tecelli Eden Allah’ın Kudreti

 

28- Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr edi- yorsunuz? Halbuki daha önce ölüler  idiniz de sizi diriltti. Sonra sizi yine öl- dürecek, sonra yine tekrar sizi dirilte- cek ve sonunda yalnız O’na döndürüle- çeksiniz.

29- Yerde ne varsa hepsini sizin için  yaratan, sonra göğe yönelip (istiva  edip) de onları yedi gök halinde düzenleyen O’dur. O, herşeyi çok iyi bilen  (aıîm)dir%

 

“Onları yedi gök halinde düzenleyen” yani eksiksiz bir şekilde, bir çatlak ve eğrilik-büğrülük bulunmaksızın yaratışlarını tam yapan “O’dur.” Çünkü on­ların düzenlenmesi (tesviye edilmeleri) nin anlamı, yaratılışlarının dengeli kı­lınması, dosdoğru olması, eğrilik ve çatlaktan uzak olması veya yaratma işle­minin tamamlanması demektir.

“Yönelip (istiva edip)” buyruğunda sözü geçen istiva, sözlükte bir şeyin üstüne yükselmek demektir.

“O her şeyi çok iyi bilendir.” Allah gökleri herhangi bir düzensizlik olmak­sızın sapasağlam ve eksiksiz bir şekilde yarattıktan sonra, yerde bulunan her şeyi de orada yaşayanların gereklerine, menfaat ve maslahatlarına uygun ola­rak yarattıktan sonra, her şeyin durumunu genel ve özel olarak çok iyi bilir. [5][23]

 

Açıklaması

 

Ey kâfirler! Durumunuz hayret vericidir. Şanı Yüce Allah, ölümünüzden sonra bu dünya hayatında sizi var etmekle birlikte, nasıl olur da O’nun varlığı­nı ve kudretini inkâr ediyorsunuz? Gizli-açık üzerinizdeki nimetlerini tamam­lamış, sizlere hayatın akü, duyu ve duygular gibi en üstün nimetlerini bağışla­mış, hayatın kalıcılığını sağlayan rızıklarla sizi donatmış bulunuyor. Ecelinizin sona ermesiyle birlikte canınızı alıyor, öldükten sonra da kabirlerinizden sizleri diriltiyor, sonra hesaba çekilmek, amellerinizin karşılığını görmek üzere de tekrar ona döndürülüyorsunuz. Böylelikle herkes dünyada iken işlediklerinin karşılığını görecek ve her nefis kendisine ihsan edilen nimetler dolayısıyla he­saba çekilecek. İşte iki ölüm ve iki hayat. Bunlar size küfür üzere kalmanızda ileri sürebileceğiniz bir mazeret bırakmamakta, Kur’an-ı Kerîm’in misalleriyle alay etmeniz, Muhammed (s.a.)’in peygamberliğini inkâr etmeniz için hiç bir şeyi mazeret sürmenize imkân vermemektedir.

İbni Abbâs ve İbni Mes’ûd şöyle tefsir ediyor: Sizler yaratılmadan önce yok idiniz, ölü idiniz. O sizi diriltti, yani yarattı. Sonra ecellerinizin sona ermesiyle sizi öldürecek, sonra da kıyamet gününde sizi tekrar diriltecektir. Bu tefsiri baş­ka ayet-i kerime de desteklemektedir: “Rabbimiz bizi iki kere öldürdün, iki kere de dirilttin.” (Mü’min, 40/11). İbni Atiyye der ki: İşte ayet-i kerime ile kastedilen budur. Kâfirler ölmeyi ve diriltilmeyi kabul ettiklerinden dolayı bu delilin gere­ğini kabul etmekten de kurtulamazlar. Kâfirler başlangıçta yok olan ölüler ol­duklarını, sonra dünyada yaratıldıkları anı, sonra yine dünyada öldürüldükleri­ni kabul ettiklerine göre, öbür diriltmenin gereğini de kabul etmeleri gerekir ve bu onlar aleyhlerine daha güçlü bir delil olur. Onların bunu inkâr etmeleri ise, delil getirmek imkânını bulamayacakları bir iddia halini alır. [6][24]

Daha sonra, Yüce Allah öldükten sonra dirilmeye ve insanları imana yö­neltmeye dair bir delil sözkonusu etmektedir. Bu, yeryüzünü içinde bulunan her şeyle yararlanalım, Allah’ın yaratan ve rızık veren olduğunu kabul edelim diye, bizler için yaratmasıdır. Buna göre faydalanmak ya hayatı sürdürme es­nasında varolan şeylerden yararlanmak suretiyle maddi anlamıyla olur, ya da egemenlik altına alamadığımız şeyler üzerinde durup düşünerek, ibret alarak, manevi şekliyle gerçekleşir. Her iki durumda ise bedenlerin ve ruhların gıdası gerçekleşmiş olur.

Yüce Allah yeryüzünde insanlar için hayatlarını sürdürme imkânını ha­zırlamış, insanı korunmuş bir tavanın gölgesine almakla bunu gerçekleştirmiş­tir. Sözü geçen bu tavan kudreti ile yükselttiği, sapasağlam bir yapı halinde düzenlediği, hikmeti ile var ettiği yedi semadır. Bunlara geceleyin yeryüzünü aydınlatsınlar diye harikulade gezegenler ve yıldızlar yerleştirmiştir. Bunların gerçek mahiyetlerini, durumlarını, onlarda bulunan harikuladelikleri yalnızca Allah bilir. Allah yerde ve gökte ne yarattıysa hepsini bilendir. İşte bütün bun­lar yaratıcı bir ve tek ilahın varlığını gösteren göz kamaştırıcı kudretinin delilleridir. O, bu kudretiyle tekrar yaratmayı ve tekrar hayatı takdir etmeye kadir­dir. Artık bütün bunlardan sonra küfrü, inkârı veya Allah’ın varlığını kabul et­memeyi haklı çıkartan bir sebep bulunabilir mi? [7][25]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.