VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 61. VE 66. AYETLER
Yahudilerin Umutları, Bazı Suçları Ve Cezaları
- Hani siz şöyle demiştiniz: “Ey Musa, biz yalnız bir çeşit yemeğe sabrede-meyiz. Bizim için Rabbine dua et de bakla, sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğan gibi bize yerin bitirdiği şeylerden çıkarsın.” Dedi ki: “Daha hayırlı olanı böyle daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise Mısır’a çekip gidin. İstediğiniz şeyler size verilecek.” Onlara zillet ve meskenet verildi. Allah’tan gelen bir gazaba uğratıldılar. Bu Allah’ın ayetlerini inkâr etmelerinden ve haksız yere peygamberlerini öldürmelerinden, isyan etmelerinden ve taşkınlıklarından dolayı idi.
Açıklaması
Ey Yahudiler! Daha önceden atalarınızın söyledikleri şu sözleri hatırlayınız: Ey Musa, bizim tek çeşit yemek yemeye devam etmemize imkân kalmamıştır. (Sözü geçen bu tek çeşit yemek ise, men ve selva idi.) Bize Rabbinden yeryüzünde yetişen ve diğer insanların yediği nane, kereviz, pırasa ve buna benzer güzel bakliyat türünden yerde biten şeylerden ihsan etmesini iste. Onlar Hz. Musa’dan dua etmesini istemişlerdi. Çünkü peygamberlerin duasının başkalarının dualarına göre kabul edilme ihtimali daha yüksek olduğunu biliyorlardı.
Hz. Musa ise bu isteklerinden şaşırmış bir şekilde onları azarlayarak ve böyle bir talebi tepki ile karşılayarak şöyle dedi: Siz daha hayırlı, daha rahat elde edilen men ve selva gibi değerli şeyleri, bu gibi bayağı türlere mi değişmek istiyorsunuz? Halbuki men alışageldiğiniz tatlıdır, diğeri ise en güzel kuş etidir. Her ikisi de mükemmel ve lezzetli birer gıdadır. Sizler menfaat ve hayır itibariyle daha aşağıda olanı istediğinize göre, haydi Tîh’den aşağı ininiz [1][44] ve herhangi bir zirai beldede yerleşiniz. Orada istediğinizi elde edebileceksiniz. İs-raıloğulları men ve selvayı tek bir çeşit yemek olarak ifade ettiler. Halbuki bunlar iki ayrı şeydir. Buna sebep gıda olarak her gün bunları yiyip durmalarıydı. Nitekim namaz, oruç ve kıraate devam eden bir kimse hakkında, o tekdüze devam edip gidiyor, denilir. Bu da onun bu işlere devam etmesinden dola-Tidır.
Fakat Yüce Allah bu nimetlere karşı nankörlük etmelerini, Allah’ın Hz. Musa’ya vermiş olduğu ayetlerle, yani göz kamaştırıcı mucizelerle alay etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri dolayısıyla onları cezalandırdı. Çünkü Yahudiler Zekeriyyâ, Yahya ve diğer peygamberleri, öldürmelerini haklı çıkartacak hiç bir sebep olmaksızın, zâlimce öldürdüler. Onların cezaları dünya hayatında zillet ve hakirliğe mahkûm edilmek oldu. Söz konusu bu zillet ve ha-kirlik onlardan ayrılmayacak ve onları kuşatacak bir şekildeydi. Tıpkı bir çadırın, altında bulunanları kuşattığı gibi. Dünya hayatında Allah’ın gazabını, belâ ve intikamını hak ettiler, ahirette de acıklı azabını.
Bu ceza, onların Rablerinin emirlerine tekrar tekrar isyan etmelerinden dolayı idi. Dinlerinin sınırlarını aşıp aralarında peygamberlerin de bulunduğu insanlara karşı haksızlık etmişlerdi. Buna göre ceza çekmelerinin iki sebebi vardı: İsyan etmek ve haddi aşmak. İsyan yasak kılınan şeyleri işlemek, haddi aşmak ise izin verilen ve emrolunan sınırı aşmaktır.
Zillet ve meskenetin üzerlerine vurulması, yani Yahudilerin zillet, hakirliğe ve ihtiyaca mahkum edilmeleri ise -mal sahibi olsalar dahi- ruhlarının derinliklerinde bunların yer etmesidir. Onlar zilletin niteliklerini, ruhî zayıflığı, nefsi hakir düşürmeyi, bayağı ve adi tasarrufları, âdi ahlakı atalarından kalıtım yoluyla aldılar. Adeta nefis doygunluğu ve izzetini farkedemiyorlar, gözleri bir türlü doymuyor ve hiç bir şeye kanmıyor. Her zaman için onların göz diktikleri menfaatler ve kinler onlara egemendir. O kadar ki onlar maddeyi ilahlaştı-rıp ona tapıyorlar. Bütün bunlar ise içten içe daha çok mal elde etmek duygusuna sahip olmalarından dolayıdır.
Yine Yahudilerin bir devlete sahip olmaları, onların zillet ve adiliğe mahkûm edilmelerini ifade eden bu ayet-i kerimeye aykırı değildir. Çünkü gerçek bir devleti ayakta tutan esaslara onlar sahip bulunmamaktadırlar. O Yahudi milleti, devletleri olsa dahi hiçbir zaman rahat huzur ve güven içinde olmamışlar ve olamayacaklardır. Bundan dolayı o mîuet\)aşvta kmef^a &m&. nxt£x<& bütün büyük devletlerden sınırsız ve devamlı ekonomik, siyasal ve askeri yardım ve destek almak durumunda kalmışlardır. [2][45]
Genel Olarak Müminlerin Akıbeti
62- Muhakkak iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabitlerden Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih amel işleyenlerin, elbette Allah Teâlâ katında ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar üzülmezler de.
Nüzul Sebebi
Bu ayeti kerime Selmân-ı Farisî’nin arkadaşları hakkında inmiştir. Hz. Sel-mân Cundîsâbur’un soylularından idi. [3][46] İbni Ebi Hatim ve Müsned’ inde el-Ade-nî, Mücâhid’den (Selman-ı Farisî’nin) şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resu-lullah (s.a.)’a, kendileriyle birlikte olduğum bir dine mensup kimseler hakkında soru sordum. Ona kıldıkları namazları, ibadetleri anlattım ve şu: “Muhakkak iman edenler, Yahudiler…” ayeti nazil oldu. [4][47] el-Vahidî de Mücâhid’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Hz. Selmân, Resulullah (s.a.s.)’a, arkadaşlarını anlatınca, Resulullah (s.a.s.): “Onlar cehennemdedir” dedi. Selmân der ki: Yeryüzü gözümde kararıverdi. Daha sonra: “Muhakkak iman edenler, Yahudiler… üzülmezler de” buyruğu nazil olunca, sanki üzerimden bir dağ kalkmış gibi oldu. [5][48]
Açıklaması
Resulullah (s.a.)’ın Allah’tan getirdiklerini doğrulayanlar daha önce Yahudiliğe veya Hristiyanlığa girmiş veya dinlerini değiştirmiş ve bununla birlikte yalnızca Allah’a hiç bir kimseyi şirk koşmaksızm iman eden, öldükten sonra dirilişe, amellerinin hesabının görüleceğine inanıp salih ameller işleyenler için amellerinin sevabı Allah nezdindedir. Kıyametin dehşetli halleri dolayısıyla onlar için korku yoktur ve cennette ebedî nimetleri görecekleri vakit de, dünyayı ve dünyanın güzelliklerini geride bıraktıkları için üzülmezler. [6][49]
Yahudilerin Birtakım Suçları Ve Cezaları
63- Hani sizden sağlam söz almış ve Tûr’u da üstünüze kaldırmıştık. “Size verdiğimizi kuvvetle alın, içindekileri hatırlayın ki sakıtlasınız.” (demiştik).
64- Bundan sonra ise yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı, şüphesiz zarara uğrayanlardan olurdunuz.
65- Andolsun sizden cumartesi günü haddi aşanları bilmişsinizdir. Onlara: “Hor ve hakir maymunlar olun” demiş-
66- Biz bunu önümdekilere de ardından gelenlere de bir ibret, takva sahipleri için de bir öğüt kıldık.
Açıklaması
Ey İsrailoğullan! Geçmişteki atalannızdan Tevrat’ta bulunan hükümler gereğince amel etmelerine dair söz aldığımız zamanı hatırlayınız. Onlar bunu kabul etmemiş, sonunda Yüce Allah onlan korkutmak üzere Tûr’u tepelerine kaldırmış ve onlara Tevrat’ın içinde bulunan hükümlere tam bir ciddiyetle, içten gelen bir gayret ve ısrar ile uymalannı emretmişti. Yine sizler Tevrat’ta bulunan hükümleri hatırlayınız ve orada bulunan hükümler gereğince amel ediniz. Tevrat’ın anlamları üzerinde düşününüz ki, takva sahiplerinden olasınız. Çünkü ilim amele götürür. Amel ise nefsin derinliklerine ilmi yerleştirir ve Allah’ın gözetimi altında bulunmayı bir tabiat haline getirir. Bunun sonucunda da insanı masiyetlerden koruyan bir takva ortaya çıkar. Bu takva bayağı ve adi işlerle uğraşmaktan müslümanı korur ve Rabbın katında nzaya kavuşturur. Nitekim Yüce Allah: “Ve güzel akıbet takvanındır.” (Tâ-Hâ, 20/132) diye buyurmuştur.
Siz bu emirleri bir süreye kadar kabul ettiniz. Fakat daha sonra itaatten yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın size rahmeti, lütfü ve size mühlet vermesi söz konusu olmasaydı -çünkü hak ettiğiniz cezayı acilen vermemişti- dünya ve ahiret mutluluğunu kaybedenlerden, zarara uğramış, helak edilmişlerden olurdunuz.
Gerçekten sizler cumartesi günü balık avlamak suretiyle sınırı aşan atalarınızın durumunu biliyorsunuz. O gün sadece ibadete ayrıldığından dolayı avlanmak haramdı. Musa (a.s.) o günde iş yapmalarını onlara yasak kılmış ve Rableri-ne itaat etmelerini farz, haftanın diğer günlerinde de çalışmayı mubah kılmıştı.
Bu yasağı çiğneyenlerin cezası ise hayvan mertebesine inmek olmuştu. Akılsız, idraksiz, düşüncesiz, hevâlan doğrultusunda serserice dolaşan, gelişigüzel arzularının mahkûmu maymunlar ve isteklerinin emrinde hareket eden domuzlar gibi yaşadılar. Açıktan açığa münkerleri işlediler, insanî erdemlerden uzak kaldılar. O kadar ki insanlar dahi onları hakir gördü ve onları kendileriyle birlikte oturup kalkmaya, ilişkilerde bulunmaya lâyık ve ehil görmedi.
Onların aşağılık maymunlara dönüştürülmelerinin anlamı hayırdan uzak, zelil ve hakir kılınmalarıdır. Mücâhid der ki: Onlar maymunlar kılığına sokulmadılar. Suretleri değiştirilmedi, kalpleri değiştirildi ve kalpleri hiç bir öğüt kabul etmez ve hiç bir yasağı kavramaz oldu. Bu, Yüce Allah’ın onlara verdiği bir misaldir. Nitekim Yüce Allah’ın şu buyruğunda da koca koca kitaplar yüklenmiş eşek misaline benzetilmişlerdir: “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu yüklenme-yenlerin hali, koca koca kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir.” (Cuma, 62/5). [7][50]
Ancak müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre masiyetleri sebebiyle suretleri de meshedümiş (değiştirilmiş) ve maymun suretine dönüşmüştür. Ka-tâde der ki: Gençleri maymun, yaşlıları da domuz oldu. Aralarından yalnızca bu yasağın çiğnenmesinden vazgeçilmesini isteyenler ve bu doğrultuda telkinde bulunanlar kurtuldu, diğerleri ise helak oldular.
Meshedilerek sureti değiştirilenlerin soyu olmaz; yemez, içmez ve üç günden fazla yaşamazlardı. İşte bu şekilde Yüce Allah, dilediği kimseye dilediğini yapar ve dilediği şekle dönüştürür. [8][51]
Bu ayet-i kerimenin benzeri diğer ayet de Yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Onların bir kısmını maymunlar ve domuzlar suretine soktu ve onlar tağûta taptılar.” (Mâide: 5/60).
İbni Kesîr der ki: Doğrusu, bu mesh’in hem manevî hem şeklî olduğudur. Yüce Allah en iyisini bilendir. [9][52]
Durum her ne olursa olsun, şanı Yüce Allah İsrailoğullarını -türü her ne ise- mesh ile cezalandırdı. Bu ise Allah’a itaatin dışına çıkan her fâsıkm cezasıdır. Bunu bilen de benzeri işlerden sakınsın diye bir ibrettir. Yani Allah’ın sınırlarını aşmaktan vazgeçsin diyedir. Aynı zamanda böyle bir ceza, takva sahipleri için de öğüttür. Çünkü gerçek takva sahibi kimse, böyle bir cezadan öğüt alır ve Allah’ın sınırlarına yaklaşmaz, uzak durur: “İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayınız.” (Bakara, 2/187). O bakımdan ey Kur’an’ın nüzulü çağında yaşayan Yahudiler! Geçmişlerinizin başına gelenlerden öğüt almanız gerekir. Size yakışan budur. [10][53]