sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

YOLUNU ŞAŞIRANLARDAN OLMA

13.08.2020
1.184
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 Hamd alemlerin Rabbi Rahman ve Rahim din gününün sahibi Allah c.c , Salat ve Selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen ,müminlerin örneği ve önderi Yaşayan kur’an Hz. Muhammed sav’e aline ashabına ve onları takip eden muvahhidlerin üzerine olsun inşallah.

Allah cc. İnsana  kitabı kerimin de, şu dünya hayatında yolunu şaşıranlardan olmaması ve sıratı müstakim üzere olabilmesi için yol göstermiş insandan da o yolu idrak edebilmesi adına aklını kullanmasını istemiştir. Zira yolu şaşırmak ve sıratı müstakimden ayrılmak kişiyi ebedi ahiret yurdunda azaba düçar eder ki bu, kişi için en büyük kayıptır. Bu sebeple kişi dalaletin ne olduğunu iyi idrak etmeli ki o yolun kendisi için bir felaket olduğunu bilsin..

Yolunu şaşırma; kaybolma; azma; sapkınlık ve batıla yönelme. Ayrıca, helâk olmak, batıl şey ve unutmak mânâlarına geldiği gibi bilerek veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan sapmak anlamlarına da gelir.

Dilimizde dalâlete, sapmak, sapıklık ve sapkınlık denir. Dalâl, bazen gafletten ve şaşkınlıktan doğar. Bu münasebetle dalâl; gaflet, şaşkınlık, kaybolma ve helâk olma manalarına da kullanılır.

Aslında dalâl, yoldan sapmak demek olduğu gibi, aklî sapma anlamlarında da kullanılmıştır. Biz de dalâlet ve sapkınlığı batıla düşmeyi sadece dinde; dalâl ve sapıklığı da akıl ve sözde kullanırız. Dâll kelimesinin çoğulu olan “dâllîn”, tam manasıyla, sapkınlar demektir.

“Kim imanı küfürle değiştirirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur” (el-Bakara, 2/108)

“Allah’a ortak koşan kimse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür” (en-Nisâ, 4/116)

“Allah ve Rasülü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin kadın ve erkeğin o işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve-Rasülü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (el-Ahzâb, 33/36)

Yukardaki âyetler, ister mümin olsun ister kâfir, Allah’ın ve Rasûlü’nün emir ve teklifleri karşısında inat edip ondan deliller ve harikulâde şeyler istemek suretiyle Peygamber’i müşkül durumda bırakmaya çalışmalarının onları doğru yoldan sapmış kimseler olarak nitelendirmeye götüreceğini ihtar etmektedir.

“İbrahim, babası Âzer’e: Sen bir takım putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum demişti. ” (el-En’am, 6/74).

Halbuki Hz. İbrahim Kur’ân ifadesiyle yumuşak, müsamahakâr, temiz huylu ve halîm birisidir. Fakat akîde söz konusu olunca, ne babalık kalır ne de evlâtlık… Dalâleti seçenlere karşı tavır budur.

Allah, müminlere kendi özlerinden bir peygamber göndermekle onlara karşı lütufta bulundu. Bu peygamber onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları arındırıyor, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretiyor. Oysa onlar daha önce açık bir sapıklık içinde idiler.” (Ali imran 164)

Daha önce, tasavvurda, itikatta, hayatî mefhumlarda, gaye ve yönelişlerde, âdet ve gidişatta, nizam ve prensiplerde dalâlet; sosyal ve ahlâkî yaşayışta da sapıklık içindeydiler. Allah, lütufta bulunarak onları, sapıklıktan doğru yola çıkarmıştır:

Seyyid kutup ra. Bu ayeti kerimenin tefsirinde şunları belirtmektedir: “Düşünce ve itikatta sapıklık… Hayat anlayışında sapıklık… Amaç ve yönelişlerde sapıklık… Gelenek ve hayat tarzında sapıklık…

O gün, bu ayete muhatap olan Araplar, kuşkusuz, geçmiş hayatlarını hatırlıyorlardı. İslâm’ın kendilerinde meydana getirdiği değişimin özünü kavramışlardı. Bunun, İslâm olmadan gerçekleşemeyeceğini ve insanlık tarihinde eşine rastlanmayacak bir değişim olduğunu çok iyi biliyorlardı.

Kendilerini, kabile hayatından, kabilesel değerlerden ve kan davalarından kurtaranın İslâm -ama yalnız İslâm- olduğunu kavramışlardı. Sadece bir ümmet olmaları için değildi tabii. Daha çok -bir göz açıp kapama anı gibi kısa bir sürede ve uzun zaman olan hazırlanma gibi birşey olmaksızın- beşeriyete önder olmaları, ideallerini, hayat metodlarını ve düzenlerini beşeriyetin uzun tarihi boyunca eşine rastlanmayacak bir tarzda belirlemeleri içindi bu değişim.

Ulusal konumları belirlediği kadar, siyasal ve uluslararası alanlarda da varlık göstermelerini, her şeyden önce ve önemli olan insani varlıklarını kazandıranın İslâm -ama yalnız İslâm- olduğunu biliyorlardı. İnsanlıklarını yücelten, ademiyetlerini onurlandıran, hayat düzenlerinin tümünü bu onur esasına dayandıran ve yüce Rabblerinin katından bir ihsan ve lütuf olarak gelenin İslâm olduğunu kavrıyorlardı. Bundan sonra bunu bütün beşeriyete sunmuş ve “İnsan”ın nasıl saygın olacağını ve yüce Allah’ın onurlandırmasıyla nasıl onurlanacağını tüm insanlığa öğretmişlerdi.” Evet insana seyyid kutup ra .de  dediği gibi saygınlığı ve onuru kazandıran islamdır. Onun emir ve ahkamına uymayanlar dalalet içerisindedirler ve o saygınlıktan da mahrumdurlar.

“Ey Muhammed! Sana indirilen Kur’ân’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekle emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister. ” (en-Nisâ, 4/60)

İşte iman ettiğini söyleyip; Hakk’ın önünde muhakeme edilmeye çağrılınca, tâğutun hükmünü Hakk’ın hükmüne tercih edenler, gerçekte şirk ve apaçık bir sapıklık içindedirler. Şeytan da, onların, bu sapıklıklarında daha da derinleşmelerini ister ve nitekim çoğu zaman başarır.

seyyid kutup ra bu ayetin tefsirinde şunları kaydetmektedir: “Burada imanın şartı ve İslâm`ın şartı tam, kesin ve net bir şekilde sınırlandırılıyor. Yüce Allah “Tanımamakla emredildikleri Tağut’un hakemliğine başvurmak isteyenler”in mümin olmadıklarına, imanları olmadığına bizzat tanıklık ediyor. Yine bizzat yüce Allah aralarındaki meselelerin çözümünde Peygamberimizin hakemliğine başvurup O’nun vereceği kararı -zorlama ve yetersizlik sonucu olarak değil gönüllü, istekli ve arzulu olarak kabul etmeyenlerin iman çerçevesi içine giremeyeceklerine, mümin sayılamayacaklarına yemin ediyor. Şu şaşkınların şaşkınlıklarına bak! Bunlar mümin olduklarını iddia ediyorlar, sonra da bir anda iddialarını yine kendileri çürütüveriyorlar. Bunlar bir yandan “Sana ve senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara inandıklarını ileri sürüyorlar” sonra da sana ve senden önceki peygamberlere indirilen kitapların hakemliğini benimsemiyorlar. Bunun yerine başka bir kaynağın, başka bir sistemin, başka bir hüküm merciinin hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor.””

İşte bu tam anlamıyla bir dalalettir. İnsanın onu yaratanın emir ve kurallarından yüz çevirmesi. oysa insanı yaratan onun mutluluğu ve huzuru için en doğrusunu bilir. Ancak bunu da aklını kullananlar idrak edebilirler.

Dalâletin unutma ve yanılma anlamına geldiği de olur. Aşağıdaki âyet buna bir örnektir: Borç verirken yazılmasını ve şahit getirilmesini isteyen âyet, devamla; “Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden olmak üzere bir erkekle iki kadın gösterin ki, onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin. ” (el-Bakara, 2/282). Görüldüğü gibi burada yanılma olarak tercüme edilen kelime Kur’ân’da “dalâlet “ten türeyen, “dallet” sözcüğüdür.

Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde de, sapıklığın dalâlet olarak geçtiğini görmek mümkündür. Bir örnek olmak üzere aşağıdaki hadisle yetinelim:

“Sonradan uydurulan şeylerden sakınınız. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid’attır. Ve her bid’at sapıklık (dalâlet)tır. ” (Ebû Dâvûd, es-Sünne, 5)

Dalalet üzere olmamanın şartı sıratı müstakim üzere olabilmektir. Bu ise vahyi anlamak ve yaşamak ile mümkündür.

Rabbim bizlere, dalalette olup karanlığa batanlardan olmamak adına aklını kullanabilmeyi nasip etsin. Amin.. velhamdulillahirabbilalemin..

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.