sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Zatü’r-Rika’ Gazvesi | Siyer Programı – 39. Bölüm

Zatü’r-Rika’ Gazvesi | Siyer Programı – 39. Bölüm

Zatü’r-Rika’ Gazvesi

Bu gazve, siyer ve meğâzi müelliflerinin müşterek kanaatince, Hicretin IV. yılı ve Beni Nadir’in sürgün edilişinden birbuçuk ay kadar sonra vuku bulmuştur. Buhârİ ve bazı muhaddisler ise bu­nun, Hayber gavzesinden sonra olduğunu benimserler.

Sebebi de, Necid bölgesi kabilelerinin müslümanlara yaptıkları kötülüklerdi. Mes’ele, şu yedi da’vetçinin öldürülme olayıydı. On­lar kabileleri İslâm’a da’vete gitmiş de suikaste uğramışlardı. Re-sûlullah da buna karşı o bölge kabilelerine, özellikle Beni Sa’lebe’-ye karşı harbe çıkmış, Medine’ye de Ebü Zerr el-Gıffâri (r.a.)’yi vali olarak bırakmıştı.

Resûlullah (s.a.v.) ordugâhını, Necid’de, Gatafan arazisinde «Nahl» diye anılan yere kurdu. Hikmet-i ilâhi, kabilelerin gönlüne bir korku düştü. Herbiri bir yana dağıldılar. Halbuki İbn Hişâm’m haberine göre, oldukça da kalabalıklardı. Müslümanlardan kaçma­ları sonucu çatışma çıkmadı.

Ancak, bu gazvenin naklinde birtakım tesbitler müşahede edi­liyor, yine de: Yâni iyi bakılırsa, savaş olmamasına rağmen, biz olayı ayrıntılarıyla nakletmeye başlayınca, görülecek ki, hayatımız için birçok ibret ve düstur var.[1][70]

Hâdise Haberlerde Şöyledir:

1- Sahihayn’ın Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den rivayeti: Diyor ki, «Biz Resûlullah   (s.a.v.)   ile gazveye  çıktığımızda,  altr kişi  bir gruptuk, bir tek devemiz vardı. Benim tırnaklarım söküldü… Ayaklarımızı es­ki çapıtlarla sarıyorduk.  Bunun üzerine  ben  buna   (yamalı  savaşı anlamına)   «Zâtü’r-Rika’ Gazvesi» dedim. Ayaklarımızı yamalamışız gibisine bir nükteydi bu… Ravî diyor ki: Ebû Mûsâ böyle söylüyor ama, söylediğinden de pek hoşlanmıyor. Sanki bir sırrını ifşa et­miş gibi söylediğinden rahatsız görünüyordu.

2- Buharı ve Müslim’deki nakil:   «Resûlullah  (s.a.v.)  Zâtü’r-Rika’ Gazvesi’nde salât-ı havf  (korku namazı)   kıldı. Bir grup  saf tutup namaz kılıyor, bir grup ise düşmanı gözetliyordu. Birinci grup-

la bir rek’at kıldı. Ama o ikinciye kalktı, ayakta iken, cemaat ikin­ci rek’atı tamamlayıp acele düşman karşısına koştular. Bu sefer ikinci grup geldi (ve Resûlullah ikinci rek’atta iken ona uydular), onlarla da ikinci rek’atı kılınca oturdu. O otururken, bu cemaat da kalkıp kalan birinci rek’atı tamamladılar ve Resûlullah bunlarla birlikte selâm verip namazı tamamladı[2][71].

3- Yine Buhârî’nin Câbir’den nakli şöyle: Resûlullah yola çı­kınca o da berabermiş. İhtiyaç molası vakti gelmiş ve bir vadide, od ağaçlarından bir koruluğa inmişler. Herkes bir ağacın altına çekilmiş gölgelenmişler. Resûlullah (s.a.v.) da bir sakız ağacının al­tına oturmuş ve kılıcını da dala asmış. Câbir sözüne şöyle devam ediyor: «Biz bir müddet uyuya kalmıştık. Birden Resûlullah (s.a.v.)’-in yanında bir yabancı oturuyor. Resûlullah bize: Şu adamı görüyor­sunuz!   Gelmiş  kılıcımı  çekmiş,   -ben  tabiî   uyuyorum.-  uyandım. Onun elinde yalın kılıç:  «Seni benim elimden kim kurtarır?» diye meydan okuyor… Ben de var gücümle, «ALLAH…» dedim. İşte ba­kın (kuzu kuzu) oturuyor!..» Ve Resûlullah o adamı cezalandırma­dı da, salıverdi[3][72]»…

4- îbn tshâk ve Ahmed’in Câbir’den (r.a.)  rivayeti:  «Biz Re­sûlullah   (s.a.v.)   ile Zâtü’r-Rika’  Gazvesi’ne  çıktığımızda;  önce  bir müşrike kadına ok isabet etmişti. Resûlullah  (s.a.v.)   oradan ayrı­lıp kafileyle yürüdü. Ama kafile ilerlerken, bu sefer ortalarda ol­mayan kocası çıkageldi ve yemin ediyordu;  Muhammed’in adam­larından birinin   kanını   dökmeden peşinizi bırakmayacağım diye. Ve başladı Resûlullah’ın izini takibe. Resûlullah bir yerde konakladı ve buyurdu ki, «Bu gece bizi bekleyecek kişi kimdir?» Hemen, Mu­hacirlerden bir ve Ensâr’dan bir kişi[4][73] fırladı. «Biz bekleriz ey Al­lah’ın Resulü!» dediler. Resûlullah (s.a.v.) da, bir dere boğazına ko­naklamıştı. Onlara: «Geçidin ağzını tutun» diye emir verdi.

Adamlar geçidin ağzına gelince; Ensâr’lı, Muhacire dedi ki: Ge­ce nöbetini nasıl arzu edersin? îlk yarı mı, gece yarısı mı? O da, yandan sonrası daha iyi dedi ve Muhacir nöbetçi yatıp uyudu. En-sâri ise başladı namaz kılmaya. Birden o adam çıkageldi ve Ensâ-ri’yi görünce, ordugâhın nöbetçisi olduğunu anladı. Okunu yönelt­ti ve nöbetçiyi vurdu. Ama Ensâri yiğit, oku çıkarıp attı, namaza devam etti. Adam tekrar nişan aldı ve vurdu. Nöbetçi yine (vücu­duna saplanan) oku çıkarıp attı ve namaza devam etti. Üçüncü kez de aynı durum tekrarlandı ve nöbetçi rükûa, secdeye vardı. Nihayet arkadaşını uyandırdı: Kalk ben vuruldum dedi. Uyanan, «Vuruldun mu?» diye haykırınca, adam onların kendisini farkettiklerini anla­dı ve hemen kaçtı. O sırada Muhacir, Ensârİ’nin kan revan içinde olduğunu görünce, Allah Allah, insan daha ilk anda beni uyandır­maz mı yahu dedi. Ensârî ise; «Ben bir sûre okuyordum, onu kes­mek gönlüme zor geldi. Oklar ardı ardına gelince, artık o zaman seni uyardım. Vallahi bana Resûlullah (s.a.v.) bir geçidi koruma görevi vermişti. Oonu kaybetmiyeceğimi bilsem, ya o sûre ile na­mazı tamamlardım ya da öylece son nefesimi verirdim[5][74]» cevabını verdi.

5- Buhâri ve Müslim (sahihlerinde); İbn Sa’d, Tabakat’ında; Ibn Hişâm, Siyer’inde… Câblr îbn Abdullah’tan naklettiler

Der ki: «Resûlullah (s.a.v.) ile Zâtü’r-Rika seferine çıkmıştık. Benim çok zayıf bir devem vardı. Resûlullah’m ordusu yürüyünce, arkadaşlarım ilerleyip gitti, ben gerilerde kaldım. Arkadan Ftesûlul-lah <s.a.v.) yetişti. Ne o Câbir? diye seslendi. Ben de; işte şu deve ile ağır ağır gidiyorum yâ Resûlâllah, dedim. Bana, yık şunu de­di. Yıktım devemi, o da yıktı. Sonra; ver şu elindeki sopayı dedi. Verdim. Aldı sopayla hayvanı birkaç tane okşadı. Sonra bin dedi, bindim ve yürüdük. Onu Hak Nizam ile gönderene yemin olsun ki; benim devem onun devesiyle yarışmaya ve nerdeyse geçmeye baş­ladı.

Ve bu esnada Resûlullah ile aramızda şöyle bir muhavere geçti:

Resûlullah (s.a.v.): Câbir, bu deveyi bana s at sana!., dedi.

Ben: Ey Allah’ın Resulü, ne hacet, sana bağışlarım, deyince;

Resûlullah (s.a.v.): Hayır, bedeliyle ver, dedi.

Ben: O halde bir fiyat ver yâ Resûlâllah!…

Resûlullah  (s.a.v.): Bir dirheme alırım, buyurdu.

Beri: Hayır yâ Resûlâllah! O zaman beni aldatmış olursun, de­dim.

Resûlullah  (s.a.v.): Peki iki dirhem olsun.

Ben: Hayır, dedim. Ve Resûlullah bana fiyatı sürekli yükselti­yordu. Nihayet bir «Ukiyye»ye vardı[6][75]. O zaman ben: Razı mısın yâ Resûlâllah? deyince

Resûlullah: Evet, dedi.

Ben: Senin oldu, dedim.

Resûlullah  (s.a.v.}:   «Aldım»  dedi…

Sonra Resûlullah sözü değiştirdi:

—  Câbir, evlendin mi artık? dedi.

—  Evet yâ Resûlâllah, dedim.

—  Dul mu, kız mı? dedi.

—  Hayır dul kadın, dedim.

—  Bir kız alamadın mı, birbirinizle oynaşırdınız, dedi.

—  Biliyorsun yâ Resûlâllah!  Babam  Uhud’da öldü.  Yedi  tane kız çocuğu kaldı. Onları başına toplayacak, onlara bakacak, eğite­cek bir kadın almayı uygun buldum.

—  İnşâallah  isabet  etmişsindir,  buyurdu.

Ve devamla «Biz Sırar’a[7][76] varınca bir deve yavrusu keseriz. Orada böylece bir günümüz geçer. Aile halkı duysun da, bize evi hazırlar yastıkları dizerler» gibisine birşey söyledi. Ben ona: Biz­de minder yastık ne gezer? dedim. O da: Olur inşâallah. Sen varınca iyi işler yap, dedi.

Câbir der ki: Sırar’a gelince Resûlullah (s.a.v.), kesme emri ver­di ve deve kesildi. O gün orada kaldık. Akşamleyin de Resûlullah ile birlikte Medine’ye girdik.»

Yine Câbir devam ediyor: Sabah olunca devenin yularından tutup, götürdüm. Onu Resûlullah’ın kapısına çöktürdüm. Ve gidip mescldde Resûlullah’ın yanına oturdum. Resûlullah (s.a.v.) çıktı, deveyi görünce sordu: Bu nedir? Dediler ki, bu deveyi Câbir getirdi yâ Resûlâllah!.. Câbir nerede dedi? Ve beni çağırdılar. Tut deve­nin yularını yeğenim, o deve senindir, dedi. Bilâl’i de çağırıp ona; Câbir’le git de ,ona ukıyyeyi ver, diye emir verdi. Gittik. Bilâl ile. Parayı verdikten başka biraz da fazlasını verdi. Vallahi .o para bit­mek bilmedi ve evimizdeki etkisi belli idi hep!..[8][77] [9][78]

[1][70] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 279.

[2][71] Bu hadis. Buhârİ’nfn: 5/53. Gazvetü Zâtİ’r-RIka’ bâtındadır. Müslim’de İse. 2/214 Salâtü’1-Havf bâbınba. Ancak Müslim, Câbir’den naklen şu değişikliği almış: Resûlullah halkı namaza çağırmış ve bir grubla iki rek’at kılmış, biraz beklemiş ve iki rek’at da ikinci grubla kılmış, yâni diyor; Resûlullah dört, halk ikişer ikişer rek’at kılmış oldu. Bana kalırsa Resûlullah, birkaç kere böyle «Havf Namazı» kılmıştır. Bir zaman birinci tarzda, başka birinde de ikinci tarzda kılmış olabilir. Müslim hadîsi ise, seferde namazın, İki veya dört kılınacağına delâlettir ki, üç mezhebin görüşü buna uygundur. (Müellif).

[3][72] Sahih-i Buhâri, 5/52, 53, 54.

[4][73] İbn İshâk’ın rivayetinde bu zâtların, Abbâd İbn Bişr ile Ammâd tbn Yâsir olduğuna dair ek vardır.

[5][74] Bunu; Ahmed, Tabert ve Ebü Dâvud birlikte; tbn tshâk’tan, Sadaka bin Ye-sâr’dan, Ukayl bin Câbij’den ve Câbir İbn Abdullah/dan gelen zincirle nak­lettiler.

[6][75] Ukıyye: 40 dirhemdir… (mütercimler)

[7][76] Medine yakınında bir yer.

[8][77] Hikâyenin bu tarzı, îbn İshâk’a aittir, tbn Hişâm Siyer’inde, Buharı ve Müs­lim de sahihlerinde buna benzer tarzda nakletti

[9][78] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 279-282.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.