BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ARANIZDA BÖYLE BİRİ VAR MI?
Hamd, gayemizin sadece rızası olduğu, elimizdeki nimetlerin hatta elimizin sahibi, yazmayı öğreten, Alemlerin Rabbi olan Allah’a (cc), Salat ve Selam da Müminlerin Önderi, yaşayan Kur’an, Kainatın göbeğine İslam yazan Muhammed (sav)’e, tertemiz aline ve yiğit ashabına olsun.
Kapkara bulutlarla çevrili bu âleme, güneş ile nur gelir. Cansız bedene bürünmüş toprak, su ile sekinet bulur. Kuraklığın tam ortasında, bir su damlası müjde olur. Göründüğü gibi her şey, mevcudiyetini bir şey ile korur. İnsan da böyledir. Var olabilmek ve varlığını koruyabilmek için, varlığını ayakta tutacak bir inanca sahip olmalıdır. Eğer ki bu inanç bir de sevgi ve muhabbet ile harmanlanmış ise, işte o zaman insan, insan olur.
İşte Ashab-ı Kiram. Onları ayakta tutan inanç ise: Allah (cc) inancı. Bu inancı, Rasul’ün (sav) sevgi ve muhabbeti ile öyle harmanlamışlar ki, mevcudiyetlerini bulunduğu asırda korumayı bırakın, tüm gelecek nesillere aktarmışlar. Çünkü Müslüman toplumlar, ancak Allah’ın (cc) kanunlarına uyarak ve onları uygulayarak, Rasulullah’ın (sav) sünnetine sahip çıkarak mevcudiyetlerini muhafaza edebilirler.
Hatta bu Müslümanlardan bir tanesi, Rasul’ün(sav) sevgisi ve muhabbetini öyle yaşamış ki sünnet denince akıllara gelen ilk kişi olmuş.
Tahmin edebildiniz mi?
-O kişi: Hz.Abdullah b. Ömer (ra).
O(ra), Rasulullah’ın (sav) sünnetine öyle dikkat ederdi ki, Rasulullah’ın (sav) nerede namaz kıldığını, hangi ağacın altında oturduğunu veya ibadet ettiğini görse, Rasulullah’ın (sav) ayak izlerine basa basa oraya gider ve aynı şekilde ibadet ve taatte bulunurdu. O’nun (ra) Cenab-ı Hakk’a ve Rasulullah’a (sav) bağlılığı ve sevgisi sonsuzdu. O, namaza devam eden esir ve kölelerini azad edip, hizmetkarlarını salıverirdi. Bu huyunu öğrenen adamları ise ona karşı, kendilerini dindar ve abid göstererek hürriyetlerine kavuşma yolunu bulmuşlardı. Abdullah b. Ömer’in (ra) eş ve dostları onun bu saflığına üzülüyorlardı. Nitekim bir yerde durumu ona anlattılar. O ise dostlarına karşı: ‘’ Bunda ne beis var ki? Varsın, beni Allah’a (cc) ibadet etmiş olmakla kandırsınlar! ‘’ veya ‘’ Bizi Allah’la aldatanlara aldanırız! ‘’ diyerek kölelerini yine azad etmeye devam ediyordu. Durum öyle bir hal aldı ki, etrafında azad edilen kölelerden büyük bir azadlı grubu meydana geldi.
O, Rasulullah’ın (sav) bir yerde def-i hacette bulunduğunu hatırlarsa, kendisi de Rasulullah’ı (sav) taklit ederdi. Rasulullah (sav) belli bir mevkide uyumuşsa, mutlaka O da o mevkide uyurdu. Rasulullah’ın (sav) bir yerde yolunu değiştirdiğini hatırlarsa, hemen oracıkta yolunu değiştirirdi. Nâfi (ra) der ki: ‘’ Rasulullah’ın (sav) yaptıklarını aynen tatbike çalışan İbn Ömer’i (ra) bu haliyle görsen, ‘’bu herhalde deli galiba!’’ dersin.’’ İşte Onun muhabbeti ve sevgisi, bu dereceydi.
O’nun, Rasulullah’ın (sav) sünnetini çokça uygulamaya çalışmasından sonra bir diğer dikkat çeken özelliği cömert olmasıydı. O, ‘’ Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. ‘’ ayetinin hakikatine erenlerdendi. Bir defa devesine binmişti. Devenin yürüyüşü çok hoşuna gitti. ‘’Ne güzel, ne güzel.’’ deyip deveyi çöktürdü. Yanında bulunan azadlı kölesi ve talebesi olan Hz.Nâfi’ye devenin semerini indirmesini söyledi. Semeri indirildikten sonra ona:
‘’-Sen, hiç bu kadar güzel başlı bir deve gördün mü?’’ diye sordu. Artık anlaşılmıştı ki, o bu güzel deveyi Hacda kurban edecekti. Azadlı kölesi ve talebesi Nâfi’ ona:
‘’-Bu deveye yazık olur, satarsan parası ile birkaç tane kurbanlık deve alabilirsin.’’ dedi ise de, hiç aldırış etmeyen Abdullah b. Ömer(ra) ona, deveyi işaretlemesini ve kurbanlık develerin arasına katmasını söyledi. Çünkü O, en çok sevdiği şeyleri, Allah (cc) yolunda feda etmeyi hayatının temel düsturu olarak benimsemişti.
Eflah b. Kesir anlatıyor: Abdullah b. Ömer(ra), hiçbir yoksulu geri çevirmezdi. Öyle ki bu bir cüzzamlı da olsa ve parmaklarından kan da damlasa, yine onunla aynı kaptan yemek yerdi.’’
Salim anlatıyor: Abdullah b. Ömer(ra), hiçbir hizmetçisine lanet okumadı, sadece bir tanesine kötü söz söyledi. Bu sebeple de onu azad etti!’’
O, aynı zamanda takva sahibi biriydi. Urve b. Zübeyr anlatıyor: ‘’– Tavaf sırasında İbn Ömer’den kızını istedim. Bir kelime ile de olsa cevap vermedi, isteseydi cevap verirdi. Vallahi artık ona bu mevzuda bir kelime de olsa söylemeyeceğim!’’ dedim. Bilahare o benden önce Medine’ye geri dönmüş, ben de Medine’ye gelince Mescid-i Nebevi’yegittim.Orada bulunan Abdullah b. Ömer’e (ra) selam verdim. Gereken hürmeti gösterdim.Yanına vardım, bana:
‘’– Hoş geldin! Ne zaman geldin?’’ diye sordu.
‘’– Şimdi geldim!’’ dedim.
‘’– Tavaf yaparken, bütün kalbimiz ile Allah’a (cc) yöneldiğimiz zaman kızım Sevde’yi benden istemiş miydin? Bu meseleyi başka bir yerde de açabilirdin!’’ dedi. Ben:
‘’– Böylesi mukaddermiş!’’ dedim.
‘’– Peki bugün de aynı fikirde misin?’’ dedi.
‘’– Fikrimde hiçbir değişiklik olmadı, yine istiyorum!’’ dedim. Bunun üzerine Abdullah b.Ömer, oğulları Salim ve Abdullah’ı çağırarak beni kızı sevde ile evlendirdi.
Bu ve buna benzer birçok olay mevcuttur. Ancak deniz suyunun tuzlu olduğunu anlamak için denizin tamamını tatmamıza gerek yoktur. Abdullah b.Ömer (ra)’in hayatı, Allah’ın(cc) kanunlarını uyguladığı ve Rasulü’ne (sav) sevgi ve muhabbet beslediği davranışlarla doludur. İlk başta da dediğimiz gibi, insan mevcudiyetini bir inanç ile korumak zorundadır. Bu da pek tabii ‘’Allah(cc) inancı ve Rasul(sav) sevgisi’’dir. Müslüman ve müslüman toplumlar, mevcudiyetlerini ancak böyle sürdürür ve korurlar. Abdullah b. Ömer(ra) ve nice sahabi, bugünlere kadar hayırla anılır olmuşlar, övülmüşler ve mevcudiyetlerini muhafaza edebilmişler. Bunun sebebi, muhakkak ki onların Allah’ın (cc) dinine gösterdikleri ihtimam ve çabadır.
Peki sonuç olarak şu soruyu soralım: Allah’ın(cc) dinine karşı bu kadar dikkatli ve itaatkar olup,Rasulullah’ın(sav) sünnetini bu denli titizlikle uygulamaya çalışan: ‘’Aranızda böyle biri var mı?’’
Selam Hidayete Tabi Olanlara!