sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 158. VE 160. AYET-İ KERİMELER

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 158. VE 160. AYET-İ KERİMELER
Ekim 22, 2025 09:57
A+
A-

Kafirlerin Kötü Azap İle Son Bir Defa Daha Korkutulmaları

 

158- Onlar hâlâ kendilerine meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden veya Rab^ ayetlerinden baz,sı-

nın gelmesinden başkasını mı bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün, daha önceden inanmamış veya imanında bir hayır kazanmamışsa hiç bir kimseye imanı hiç bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin, doğrusu biz de bekleyenleriz.”

 

Açıklaması

 

Yüce Allah kâfirleri, peygamberlerine muhalefet edenleri, ayetlerini ya­lanlayıp yolundan alıkoyanları tehdit etmektedir. Onlar ancak şu üç husustan birisinin kendilerine gelmesini bekliyorlar ve ancak bunlardan birisi geldiği takdirde iman edecekler: Meleklerin gelmesi, Rabbin bizzat gelmesi yahut Yü­ce Allah’tan kahredici ayetlerin gelmesi.

Meleklerin gelmesinin anlamı, onların canlarını almak üzere gelmeleridir. Allah’ın gelişinin anlamı ise onun vaad ettiği dünyada dininin yardımcılarına yardım, düşmanlarına da azap vaadidir. Allah’ın ayetlerinden bazısının gelme­si ise, ister istemez iman etmeyi gerektirecek, oldukça baskın ve kahredici bir takım olayların meydana gelmesi demektir.

Mekke müşrikleri meleklerin inmesini, Allah’ın gelmesini veya onu gör­meyi istemişlerdi. Nitekim Kur’an-ı Kerim bunu bizlere şöylece nakletmekte­dir: “Bize kavuşacaklarını ummayanlar üzerimize melekler indirilmeli yahut da Rabbimizi görmeli değil miyiz? derler.” (Furkân, 25/21); “Yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmeli değil mi?” (İsra, 17/92). Aynı şekilde Allah’ın ba­zı ayetlerinin indirilmesini de istemişlerdi. Meselâ “Yahut ileri sürdüğün gibi göğü üzerimize parça parça düşüresin.” (İsra, 17/92).

Yüce Allah’ın “Rabbinin gelmesinden” buyruğu acaba Allah hakkında ge­lişin ve kayboluşun caiz olduğuna delil midir? Buna şu şekilde cevap verilmiş­tir: Bu kâfirlerin kanaatlerini aktarmaktadır. Kâfirin inancı ise delil değildir ya da bu mecazî bir ifadedir; Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “Ve Al­lah onların binalarına temelden geldi (onları yıktı).” (Nahl, 16/26). Bunun böy­le anlaşılmasının sebebi, Yüce Allah hakkında, ortaya çıkmanın ve kaybolma­nın imkânsız olduğuna dair delillerin ortada oluşudur.

Bu ayet-i kerimede onların Allah’ın ayetlerini yalanlamaya ve onlara önem vermeyip aldırış etmemeye devam ettiklerine bir işaret vardır.

Daha sonra Hak Teâlâ şu buyruğu ile onlara son bir defa uyanda ve tehditte bulunmaktadır: “Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün…” yani ister istemez iman etmek zorunda bırakan ayetlerin geleceği gün, işte o vakit imanın faydası ol­mayacaktır. Nitekim Firavun da boğulacağım kesin olarak anlayınca iman etmiş ancak bu imanından istifade edememişti. Aynı şekilde can boğaza gelip dayanma­dan önceki genişlik zamanlarında yapılmamış tevbenin de kişiye faydası olmaz.

Bu ayetlerin (alâmetlerin) kimisinin can çıkmadan önce kıyametin belirti­leri, alâmetleri ortaya çıkacağı sırada meydana gelmesi mümkündür. Nitekim Buharî bu ayet-i kerimenin tefsirinde kendisinin ve diğer -Tirmizî müstesna-Sünen sahiplerinin Ebu Hureyre’den yaptıkları rivayette Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedirler: “Güneş battığı yerden çıkmadıkça kıya­met kopmaz. İnsanlar artık onu gördüler mi bu sefer yeryüzünde bulunan her­kes iman eder. İşte “…. önceden inanmamış… hiç bir kimseye imanı hiç bir şe­kilde fayda vermez” buyruğunun söz konusu olacağı vakit budur.” Bir diğer laf­zında da şöyle demektedir: “Güneş doğup insanlar onu gördüklerinde hep bir­likte iman edecekler. İşte önceden iman etmemiş ise hiç bir kimseye imanın fay­da vermeyeceği zaman bu zamandır.” Daha sonra bu ayet-i kerimeyi okudu.

Ahmed ve Tirmizî de Ebu Hureyre’den Peygamber Efendimize merfûan şu hadisi naklederler: “Üç şey çıktığı takdirde eğer daha önceden iman etmemişse hiç bir kimseye imanının faydası olmaz: Güneşin battığı yerden doğması, Dec-cal ve Dâbbetü’l-arz’ın çıkması.”

“De ki: Bekleyin, doğrusu biz de bekleyenleriz.” Yani ey Muhammed de ki onlara: Haydi sizler İslâm’ın gerileyip yok olmasına, peygamberin öldürülmesi­ne, bu dinin zeval bulmasına olan umudunuzu bekleyin durun. Biz de Rabbimi-zin bize doğru olarak vaad ettiği yardımını ve düşmanlarımız için muhakkak gerçekleşecek olan tehdidini beklemekteyiz. Yüce Allah’ın şu buyruğu da bunu andırmaktadır: “Acaba onlar kendilerinden önce gelenlerin başlarına gelen (azap) günlerinin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.” (Yunus, 10/102).

Bu ise iman ve tevbesini kendisine fayda vermeyecek bir zamana kadar erteleyip duran kimselere kesin ve kâfirlere de oldukça ağır bir tehdittir. Nite­kim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Onlar azabımızı gör­düklerinde dediler ki: Yalnızca Allah’a iman ettik. Daha önce ortak koştukları­mızı inkâr ettik. Fakat azabımızı gördükleri vakit, imanlarının kendilerine fay­dası olmadı.” (Mü’min, 40/84-85). [1][42]

 

Dinde Ayrılığa Düşmenin Akıbeti

 

159- Dinlerini parça parça edip kendi- leri bölük pörçük olanlarla senin hiç  bir alâkan yoktur. Onların işi ancak ne yaptıkla- rını kendilerine haber verecektir.

 

Açıklaması

 

Ebu Hureyre Resulullah (s.a.)’tan şu, “Dinlerini parça parça edip kendileri bölük bölük olanlar…” ayeti hakkında, “Bunlar bu ümmetten olan bidat, şüphe­ler ve dalâlet ehli kimselerdir” dediğini rivayet etmektedir. Mücahid’in açıkla­ması da bu şekildedir. Ebu Ümame de Yüce Allah’ın, “Bölük bölük olanlar” buyruğu hakkında, “Bunlar Haricîlerdir” diye açıklamıştır.

Bir grubun (Katâde, Dahhâk ve Süddî) ise şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bu ayet-i kerime, Yahudilerle Hristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü on­lar Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın dinlerini parça parça ederek farklı dinler ve değişik mezhepler haline dönüştürmüşlerdir.

Ayet-i kerimenin bütün kâfirler hakkında genel olduğu da söylenmiştir. İbni Kesir der ki: Zahir olan o ki, ayet-i kerime dinden ayrılan, ona muhalefet eden herkes hakkında umumidir. [2][43] Yeni ilim adamlarının doğru gördükleri gö­rüş de budur. Menâr” da der ki: Doğrusu, bu konudaki iki görüşü de bir arada kabul etmektir. Şanı yüce Allah bu surede İslâm’ın delillerini ortaya koyup şir­kin şüphelerini çürüterek Kitap Ehli’ni ve onların şeriatlerini söz konusu etti. İslâm çağrısını kabul edenleri birliğe ve kendilerinden öncekilerin ayrılıp da­ğıldıkları gibi ayrılığa düşmemeye davet etti. Nitekim Al-i İmran suresinde de şöyle buyurulmaktadır: “Kendilerine apaçık delillerin gelmesinden sonra ayrılı­ğa ve anlaşmazlığa düşen kimseler gibi olmayınız. İşte böyleleri için çok büyük bir azap vardır.” (Al-i İmran, 3/105).

Ayet-i kerimenin manası şudur: Dinlerini parça parça edip onun bir bölü­müne iman ederek kabul eden, diğer bir bölümünü de terk ederek naslarını kendi arzularına göre tevil edip değişik fırkalara ayrılan ve her bir fırkaya, herhangi bir görüşü kabul edip herhangi bir mezhebe taassupla bağlanan kimseler gibi olmayınız. Ey Muhammed! Sen böylelerine ilişme. Onları kendi halleriyle başbaşa bırak; onlarla savaşmana gerek yok. Sana düşen risaleti tebliğ etmek ve hak dinin esaslarını zafere kavuşturmaya çalışmaktır. Sen on­lardan da, onların yaptıklarından da uzaksın. Onların mezheplerinden, söyle­diklerinden uzaksın; onların işlerini, onları hesaba çekmeyi Allah üzerine alır. Sonra ahirette onlara durumlarını bildirecek, onları cezalandıracaktır. -Razî der ki: Ayet-i kerimeden kasıt, Müslümanların söz birliği etmelerini, dinde tefrikaya düşmemelerini, bir takım bidatler ortaya koymamalarını bir teşvik­tir. [3][44]

Yüce Allah bir başka yerde bu şekilde dinlerini parça parça etmelerini ka­bul etmeyerek Kitap Ehli hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Yoksa sizler Kitab’ın bir bölümüne iman ediyor bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara, 2/85)

Peygamber (s.a.) de Müslümanları tefrikaya düşmekten sakmdırmıştır. Ebu Davud, Muaviye b. Ebi Süfyân (r.a.)’dan şöyle dediğini nakleder: Resulullah (s.a.) aramızda kalkıp şöyle bir konuşma yaptı: “Şunu bilin ki siz­den önceki Kitap Ehli olan kimseler yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Şüphesiz bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunun yetmiş ikisi cehennemde birisi ise cennette olacaktır; bu ise cemaatin tuttuğu yoldur.” [4][45] Yine Ebu Davud ve -lafız kendisinin olmak üzere- Tirmizî, Ebu Hureyre (r.a.)’den Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: “Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Hristiyanlar da o şekilde bölündü; benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.” [5][46] Buna göre Yüce Allah’ın, “Dinleriniparça parça edip” buyruğundan kasıt, Yahudi ve Hristiyanların ihtilâfa düştükleri gibi dinleri hakkında anlaşmazlığa düşenlerdir. Dinlerini parça parça ayırmala­rının, bir bölümüne iman edip bir bölümünü inkâr demek olduğu da söylenmiş­tir.

Ayrılığa düşmenin sebepleri pek çoktur. Hükmedip saltanat kurma sevgi­si, kavmine, ırkına taassup göstermesi, görüş ve hevasına şiddetli bir şekilde bağlı kalması, din düşmanlarının hile, desise ve tuzaklarına kulak verilmesi, bilgisizlik, geri kalmışlık, gelenek ve göreneklerde başkalarına tabi olmak, bazı devletlerin veya çoğunluğunun düşünce ve inanışta, siyaset ve yönetimde, dü­zen ve yasalarda dinden ayrılmaları, dini büsbütün terk etmeleri bunların en önemlileri arasında sayılabilir. [6][47]

 

İyiliğin Mükâfatı Ve Kötülüğün Cezası

 

160- Kim bir iyilikle gelirse, ona onun  on katı vardır; kim de bir kötülükle ge- lirse ancak misliyle cezalandırılır ve  onlara haksızbk edilmez.

 

Açıklaması

 

Kıyamet gününde itaat türünden olan güzel haslet ve iyi amellerle gelen kimseye bu iyiliklerinin karşılığı olarak on misli verilecektir. Bu da Yüce Al­lah’ın adaleti, kullarına lütfü ve ihsanı kabilindendir. Fakat kimi zaman yapı­lan iyilik yedi yüz katına ve daha fazla pek çok katına katlanarak verilebilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda malarını harcayanların misali her bir başakta yüz tane bulunan yedi başak bitiren bir tane gibidir. Allah di­lediğine kat kat verir. Allah (bağışı) geniş olandır, en iyi bilendir.” (Bakara, 2/261). Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah’a güzel bir ödünçle ödünç verecek kimdir? Allah da o ödüncü o kimseye pek çok misline katlayarak vere­cektir.” (Bakara, 2/245); “Eğer Allah’a güzel bir ödünç ile ödünç verirseniz onu sizin için katlandırır.” (Teğâbün, 61/17).

Bu farkhlığuı esas sebebi Yüce Allah’ın bu konudaki lütfü ile amelin Allah nezdinde yücelmesini sağlayacak şeylerle birlikte olmasıdır. Niyette ihlâs, amelin ecrini Allah’tan beklemek, iyi ve güzel davranışın gizli yapılması, kimi zaman da kendisine uyulsun diye açıktan yapılması, ümmetin menfaatinin araştırılması gibi.

Her kim bir kötülük işler yahut bir günaha irtikap ederse, onun için de kö­tülüğe benzer bir kötülükle ceza söz konusudur.

“Ve onlara haksızlık edilmez” yani bu durumda, ister iyilik yapanın ister kötülük işleyenin amelinden bir şey eksiltilmez. İyilik yapanların sevabından bir şey eksiltilmediği gibi, kötülük işleyenlerin de cezaları artırümaz.

Nebevi hadis-i şerifte iyiliklerde farklılığın ölçüsü, kötülüklere de ceza yo­lu açıklanmış bulunmaktadır. Ahmed, Buharî, Müslim ve Nesaî’nin İbni Ab-bas (r.a.)’tan rivayetine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Aziz ve Celil olan Rabbiniz çok merhametlidir. Her kim bir iyilik yapmak ister de sonra bunu yapmazsa ona bir iyilik olarak yazılır. Eğer onu işleyecek olursa bu sefer o iyilik ona ondan yedi yüze ve pek çok kat fazlasına kadar yazılır. Her kim bir kötülük işlemek ister de sonra bunu işlemezse ona bir iyilik olarak ya­zılır. İşleyecek olursa bu sefer ona bir (kötülük) olarak yazılır yahut Aziz ve Ce­lil olan Allah onu siler. Allah’ın bunca lütfuna rağmen bir kimse yine de helak olursa işte büyük bir hayırdan mahrum kalan kişi odur.” [7][48] Amellerin yazıl­ması ise melekler aracılığıyla Allah’ın onlara emir vermesi suretiyle gerçekle­şir. [8][49]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.