VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 142. VE 145. AYET-İ KERİMELER
Musa’nın Rabbiyle Konuşması, O’nu Görmek İstemesi Ve Kendisine Tevrat’ın İndirilmesi
142- Musa ile otuz gece için sözleştik. Ve buna ayrıca on gece daha kattık. Böylelikle Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceye tamamlandı. Musa kardeşi Harun’a: “Kavmimin içinde benim yerime geç ve ıslah et. Fesatçıların yoluna da uyma” dedi.
143- Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca dedi ki: “Ey Rabbim! Bana kendini göster de, seni göreyim.” “Beni katiyyen göremezsin. Fakat şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni görebilirsin”. Derken Rabbi o dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa düşüp bayıldı. Ayılınca dedi ki: “Seni tenzih ederim. Tevbe ettim. Ben iman edenlerin ilkiyim.”
144- Buyurdu ki: “Ey Musa, seni risa-letlerimle ve kelâmımla insanlardan mümtaz kıldım. Şimdi sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol”.
145- Biz onun için levhalarda öğütlere ve her şeyin açıklamasına ait ne varsa yazdık. Haydi bunları kuvvetle tut. Kavmine de onun en güzelini tutmalarını emret. Yakında size fâsıkların yurdunu göstereceğim.”
Açıklaması
Allah, hidayete kavuşturmak, Musa ile konuşmak ve içinde şeriat hükümleri ve açıklamaları bulunan Tevrat’ı vermekle İsrailoğullanna iyilikte bulundu.
Allah, Musa’ya otuz gecenin sonunda konuşmayı vaad eti. Ona, otuz gün oruç tutmasını emretti. O da tuttu. Bu, Zülkade ayı idi. Otuz gün tamam olunca, Musa (a.s.) ağzının kokusunu beğenmedi, bir ağaçtan misvak edindi. Bunun üzerine Allah, ona Zülhicce’den on gün daha oruç tutmasını ve Allah’ın huzuruna oruçlu olarak çıkmasını emretti. Kırkıncı gecenin sonunda buluşma gerçekleşti. Bu husus, Bakara sûresinde kısa ve burada da mufassal olarak zikrolunur.
On günün, otuz günden olduğu zannını gidermek için: “Böylelikle Rabbi-nin tayin buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı” buyurulmuştur. Aksi takdirde, sanki yirmi gün iken onu onla tamamladı, bu suretle otuz oldu gibi bir mana anlaşılabilirdi. İşte bu zan giderildi. [1][66]
Ebul-Âli’ye’nin, sözleşme zamanı hakkında şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bu zaman Zülkade ayıyla ve Zülhicce’den on gündür. Musa (a.s.), Tûr’da bir gece kaldı. Kendisine levhalar halinde Tevrat indirildi. Allah onu sırdaş olarak yaklaştırdı ve onunla konuştu. Hz. Musa kalemin sesini işitti.
İbni Kesir şöyle demiştir: Bu duruma göre buluşma vakti, Kurban Bayramı günü tamamlanmış olur. Musa (a.s.)’ın konuşması bu günde meydana geldi. Allah Muhammed (a.s.)’ın dinini bugünde kemâle erdirdi. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Bugün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslâm’ı beğenip seçtim” (Mâide, 5/3).
Musa (a.s.), Tur’a Rabbiyle buluşmak üzere giderken, ağabeyi Harun’a şöyle dedi: Ben yokken, kavim içinde halifem ol, onların işini idare et, fesatçıların ve sapıkların yoluna uyma. Onların fâsid işlerine katılma. Bu, bir uyarı, hatırlatma ve pekiştirmeydi. Çünkü, Harun (a.s.), şerefli, asil bir peygamberdi.
Ve Harun, Musa (a.s.)’ın Rabb’inden: “Ve bana ehlimden kardeşim Harun’a vezir eyle. Onunla benim sırtımı pekiştir ve onu işimde ortak yap” (Tâ-Hâ, 20/29-32) dileği üzerine Harun (a.s.), Musa (a.s.)’ın veziri oldu..
Musa, Rabbiyle konuşmak ve şeriatı almak için belirlenen yere geldiği ve Rabbi onunla vasıtasız konuştuğu -ki bunu hem Musa, hem de seçilmiş yetmiş kişi işittiği- zaman, Allah’ı da görmek istedi. “Bana mukaddes zatını göster, sana bakmak için bana kuvvet ver” dedi. Bunun üzerine Allah ona şöyle buyurdu: “Ne şimdi, ne de gelecekte, dünyada iken beni asla göremiyeceksin. Çünkü dünyada insanoğlunun beni görme kudreti yoktur.” Nitekim Peygamber (s.a.) de, Müslim’in rivayet ettiği hadis-i şeriflerinde: “Onun hicabı nurdur. Eğer onu açsaydı, nurları bakışı ulaşan mahlukâtmı yakardı” buyurmuşlardı.
Sonra Cenab-ı Hak ona, onun kendisini göremiyeceğini açıkladı ve şöyle buyurdu: Dağa bak, eğer tecelli esnasında, o sabit kalırsa beni göreceksin. Dağ onun tecellisine sebat edemeyince, sen nasıl sebat edebilirsin ey Musa?
Nitekim, Rabbi dağa tecelli edince -ki küçük parmak kadar teceli etti- dağ yerle bir oldu. Musa da bayılıp düştü.
Baygınlığından ayılınca: “Seni tenzih ederim Rabbim! Seni dünyada hiçbir kimse göremez, ancak ölünce görülebilirsin” dedi.
Seni görmeyi istemekten sana tevbe ettim. Ben, İsrailoğulları içinde senin azamet ve celaline inanan ilk kimseyim. İbni Abbas’tan rivayet olunan rivayette ise: “Kıyamet gününe kadar, mahlukâtından hiç kimsenin seni göremiyeceğine ilk inanan benim” demiştir.
Sonra Allahu Teâlâ, Musa’nın korkusunu giderdi ve derecesini açıkladı ve ona şöyle dedi: Ey Musa! Ben seni zamanının insanlarına tercih ettim. Seninle konuştum, sana çeşitli risaletlerimi verdim. Sana verdiğim şeriatı -Tevratı- al. Nimetlerime şükredenlerden, sana olan ihsanımı ve fazlımı açıklayanlardan ol.
“Öğütlere ve her şeyin açıklamasına…” Öğüt kelimesi, itaata rağbeti ve günahlardan nefreti gerektiren her şeyi içine alır. “Her şeyin açıklaması”, hükümlerin kısımlarını açıklamadır. Buna göre mana şöyle olur: Ona birtakım levhalar verdik. Onlarda, hidayet, tesirli öğütler, helâl ve haramı, inanç ve adab asıllarını açıklayan şeyleri yazdık. Bu levhalar, Tevrat’ı içine alıyordu. Ona verilen şeriatla ilgili ilk şeylerdi.
“Bunları kuvvetle tut.” İtaat etmek için samimi bir niyetle al. Kavmine emret, emirleri işlesinler, nehiyleri terketsinler. Örnek ve öğütleri düşünsünler. Ayetteki “ahsen” kelimesinin manası, Tevrat’taki kısas, af, intikam ve sabır gibi güzel şeyler demektir. Şu ayette belirtildiği gibi: “Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun” (Zümer, 39/55).
‘Yakında size fâsıkların yurdunu göstereceğim”. Emrime muhalefet edip itaatımdan dışan çıkanların sonunu, nasıl yok olup gittiklerini göreceksiniz. Bununla, Mısır’ın kasdedildiği söylenmiştir. Yani, size Kıptîlerin diyarını ve Fi-ravun’un yurtlarını, köşklerini -boş bir halde- göstereceğim.
Katâde şöyle demiştir: Size, sizden önce yaşayan zalimlerin ve Amalika’nın yurtlarını göstereceğim. Onlardan ibret alın. Burada Şam ve Şamlılar kastediliyor. Yani size Ad, Semud ve fıskları sebebiyle helak ettiğim -sizin de yolculuklarınızda uğradığınız- milletlerin evlerini göstereceğim, demektir. İbni Kesir: “Asıl olan da budur. Çünkü bu, Musa ve kavminin Mısır’dan ayrılmasından sonra oldu. Bu, İsrailoğullarına Tih çölüne girmeden önce yapılan bir hitaptır” der.
Kastolunan Mısır olursa, mânâ şöyle olur: Allahu Teâlâ Firavun’u garket-tiğinde denize, onların cesetlerini sahile at diye vahyetti. O da bunu yaptı. İs-railoğullan bunu gördü. Böylece Cenab-ı Hak onlara, fâsıkların helakini göstermiş oldu. Müfessirlerin çoğunun görüşü de budur.
İbni Cerir et-Taberî şöyle der: “Muhatabına, kendisine isyan edip emrine muhalefet eden kimseye tehdit ve korkutma maksadıyla, emrime muhalefet eden kimsenin halinin ne olacağını yarın sana göstereceğim diyen kimse gibi, Cenab-ı Hak: “Size, fâsıkların yurdunu göstereceğim” buyurdu. Bu ayette iki vecih vardır: Ya, Allahu Teâlâ’nm emrine muhalefeti tehdit, ya da Allah’ın helak ettiği kimselerden ibret almak. (Allah’ın helak ettiği kimseler ya Firavun ve ordusu, ya da Allah’ın helak ettiği Ad, Semud ve diğer milletlerin evleridir). [2][67]