sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA TAHA SURESİ 40. VE 41. AYET-İ KERİMELER

TABERİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA TAHA SURESİ 40. VE 41. AYET-İ KERİMELER
Kasım 28, 2025 09:56
5
A+
A-

40- Bir zaman kizkardeşin (Firavunun sarayına) gidip: “Size, onu bakıp yetiştirecek birini buluvereyim mi?” diyordu. Böylece annen sevinsin üzülmesin diye seni tekrar ona verdik. (İstemeyerek) bir adam öldürmüştün. Biz seni endişe ve gamdan kurtarmış ve seni iyi bir imtihandan geçir­miştik. Medyen’e gidip orada yıllarca kaldın. Sonra takdir edilen zamanda oradan geri geldin ey Musa.

Âyet-i kerimede, Hz. Musa’nın kızkardeşinin Firavunun sarayına gidip henüz çocuk olan Musa için bir süt annesi tavsiye ettiği zikrediliyor. Hz. Mu­sa’nın annesi, çocuğu sandığa koyup suya bırakırken onun kızkardeşine de san­dığı takib etmesini söylemişti. O da takib ederek sandığın nerede ve kimler tara­fında bulunduğunu uzaktan görmüştü.

Hz. Musa’nın, annesinden başka bir kadını emmemesi Üzerine, kızkardeşi süt anne olarak Hz. Musa’nın bizzat kendi annesini ‘tavsiye etmiş ve tavsiyesine uyulmuştu. Bu husus şu âyetlerde açıkça beyan edilmektedir: “Musa’nın annesi­nin gönlünde, evladından başka bir şey yoktu. Eğer, müminlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik nerdeyse, Musa’nın kendi çocuğu olduğunu açığa vu­racaktı.” “Annesi, Musa’nın kızkardeşine” “Onu takib et.” dedi. O da Musa’yı uzaktan gözetledi. Firavun ve adamlarından kimse işin farkında değildi.” “Biz, annesi gelmeden, Musa’nın başkalarını emmesine engel olmuştuk. Bunun üzeri­ne Musa’nın kızkardeşi: “Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davrana­cak bir aile göstereyim mi size?” dedi.” “Böylece biz Musa’yı annesine geri ver­dik. Sevinsin, üzülmesin ve Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Fakat onlann çoğu bunu bilmezler. [1][42]

Âyet-i Kerimede Hz. Musa’nın bir kişiyi Öldürdüğü ve bundan dolayı da üzüldüğü ve Allah’ın, onu bu üzüntüsünden kurtardığı beyan ediliyor. Hz. Musa’nın adam Öldürme hadisesi de şu âyetlerde açıklanıyor: “Musa, halkının bir gaflet ânında şehre girdi. Orada biri kendi taraftarlarından diğeri düşmanla­rından olan iki adamın döğüştüğünü gördü. Kendi taraftarlanndan olan adam, düşmanlarından olan adama karşı Musa’dan yardım istedi. Bunun üzerine Musa, adama bir yumruk vurup öldürdü. “Bu yaptığım şeytanın işidir. O, gerçekten in­sanı saptıran apaçık bir düşmandır.” dedi.” “Musa, “Rabbim, doğrusu ben ken­dime zulmettim, bağışla beni.” dedi. Allah ta Musa’nın duasını kabul edip bağış­ladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir.” “Musa: Rabbim, bana lütfettiğin nimetler hakkı için, bir daha suçlulara arka çıkmayacağım.” dedi.” “Şehirde korku içerisinde idi ve etrafı gözetliyordu. Bir de ne görsün, daha dün kendisinden yardım isteyen taraftan, bugün başka bir kişiye karşı yine kendisin­den yardımına koşmasını istiyor. Musa ona: “Anlaşılan, sen apaçık bir azgın­sın.” dedi.” “Derken Musa, her ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak iste­yince, yardım dileyen, Musa’nın, kendisini yakalayacağını sanarak: “Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak arzusundasm, ıslah edenlerden olmak istemiyorsun.” dedi.” “Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak gedi. “Ey Musa, şehrin ileri gelenleri, seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğru­su ben sana öğüt verenlerdenim,” dedi.” “Bunun üzerine Musa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. “Rabbİm, beni şu zalim kavimden kurtar.” dedi. [2][43]

Yine âyet-i Kerimede “Seni iyi bir imtihandan geçirmiştik.” Duyuruluyor. Abdullah b.Abbas, Hz. Musa’nın geçirmiş olduğu imtihanları uzun bir Hadis-i Şerifte, teferruatlı bir şekilde anlatmaktadır. Bunu bu şekilde özetlemek müm­kündür:

Sa’d b.Cübeyr diyor ki: “Ben, Abdullah b.Abbas’dan, Allah Teala’nın Hz. Musa’ya “Biz seni iyi bir imtihandan geçirmiştik.” buyurmasının izahını sor­dum. Abdullah b.Abbas: “Ey İbn-i Cübeyr, bugün akşam oluyor. O imtihanlar meselesi pek uzun bir meseledir.” dedi. Sabah olunca, Abdullah b.Abbas’m, bu meseleyi bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine getirmesi için ona gittim. Abdullah b.Abbas şöyle dedi:

“Bir gün Firavun ve adamları, Allah Teala’nın, İbrahim aleyhisselama, onun soyundan Peygamberler ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini görüştüler. İçlerinden bazdan şöyle dediler: “İsrailoğullan hâlâ bunu bekliyor­lar, bundan şüphe etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin, Yakub’un oğ­lu Yusuf olduğunu sanıyorlardı. Yusuf ölünce: “İbrahim’e vaad edilen bu değil­di.” dediler. Bunun üzerine Firavun: “O halde ne diyorsunuz?” dedi. Firavun ve adanılan meseleyi müzakere ettiler ve bir kısım adamlanna usturalar vererek İs-railoğullarnın bulunduklan yerlerde gezip dolaşmalarını ve buldukları her erkek çocuğu öldürmelerine karar verdiler. Firavun’un adanılan bu karan uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullannın yaşlılannın öldüklerini, küçük çocuklannın da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler: “Nerdeyse İsrailoğullan­nın sonu gelecek. Böyle giderse onlann yaptıktan işçiliği ve hizmetleri bizzat bizler yapmak zorunda kalacağız. Bu sebeple doğan erkek çocuklan bir yıl öl­dürün ertesi yıl Öldürmeyin. Kız çocuklanna ise dokunmayın. Böylece Ölen bü­yük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklan tutmuş olur. Sağ bırakmış oldu­ğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir çoğunluk oluşturamazlar. İsrailo-ğulanmn tamamen sonu gelmemiş olur, biz de ihtiyaçlarımızı karşılamış olu­ruz.” îsrailoğullan’nı öldürme kararlarını bu görüşe göre verdiler.

Hz. Musa’nın annesi, Musa’nın kardeşi Harun’u, erkek çocukların kesil­mediği yılda doğurdu. Bu sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip büyüttü. Çocuklann kesildiği ertesi yıl ise, Hz. Musa’ya hamile kaldı ve kalbine üzüntü­ler dolmaya başladı.

Ey İbn-i Cübeyr, Hz. Musa annesinin karnında iken, annesinin, daha son­ra çocuğnun başına gelecekleri düşünmesi, imtihanlardan biridir. Hal böyle iken Allah Teala, Hz. Musa’nın annesine: “Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz. Ve onu Peygamberlerden kılacağız.” diye ilham etti. Ve ona, ço­cuğu doğurunca bir sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmasını emretti. Mu­sa’nın annesi Allah Teala’run emrettiklerini yaptı. Musa’yı taşıyan sandık suyun üzerinde annesinin gözünden kaybolunca Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Ve kadın kendi kendine şöyle dedi: “Ben çocuğuma ne yaptım? Keşke o, gözü­mün önünde kesilseydi de ben onu elimle kefenleyip kabre koysaydim. Böyle yapmak, çocuğumun balıklara yem olmasından daha güzeldi.”

Su Musa’yı alıp götürdü. Firavun’un haramının cariyelerinin su aldıkları bentte kaldı. Cariyeler sandığı gördüler» onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu açmaktan çekindiler ve birbirlerine şöyle dediler: “Bunun içinde eşya var. Eğer biz bunu açarsak Firavun’un hanımı içinde bulduğumuz şeylere inan­maz.” Böylece sandığı olduğu gibi alıp hiçbir tarafını bozmadan Firavun’un ha­nımına götürdüler. Firavun’un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü. Allah Teala, Firavun’un hanımının kalbine Hz. Musa’yı öyle bir sevme duygusu verdi ki, on­dan önce hiçbir kimseye karşı öyle bir duygu hissetmemişti. Diğer taraftan Mu­sa’nın annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını düşünüyordu.

Cellatlar bir çocuk bulunduğnu duyunca usturalarım alarak Firavun’un hanımının yanına gittiler ve çocuğu kesmek istediler.

Abdullah’b.Abbas diyor ki: “Ey İbn-Cübeyr, işte bu da imtihanlardan bi­ridir.

Firavun’un hanımı cellatlara şöyle dedi: “Benden uzak durun. Çünkü bu bir tek çocuk, İsrailoğullarmın sayışım artırmaz. Ben, Firavuna gidip onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Eğer bana bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursu­nuz. Şayet kesilmesini emrederse size diyeceğim kalmaz.”

Firavunun hanımı çocuğu alıp Firavun’a getirdi. Ve: “Bu, benim için de senin içinde sevinç kaynağı bir çocuk. Onu Öldürmeyin, belki bize faydalı olur veya onu evlat ediniriz… [3][44]dedi. Firavun da: “Senin olsun benim buna ihtiya­cım yok.” dedi.

Abdullah b.Abbas diyor ki: “Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Adına yemin edilen Allah’a yemin olsun ki, şayet Firavun da kansi gibi, çocuğun ken­disini için bir sevinç kaynağı olduğunu kabul etseydi, Allah Teala kadını hida­yete erdirdiği gibi onu da hidayete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun’u bundan mahrum etti.”

Firavun’un hanımı Musa’ya bir süt annesi seçmek için çevresindeki bütün kadırüan çağırdı. Hangi kadın Musa’yı emzirmek istediyse Musa onu emmedi. Bunun zerine Firavun’un hanımı çocuğun, kimseyi emmeyerek acından ölece­ğinden korktu. Bu olay onu çok üzmüştü. Kadın, Musa’nın, insanların çokça bu­lunduğu pazar yerine götürülmesini ve orada bir süt annesi aranmasını emretti. Musa yine de kimsenin memesini emmedi. Diğer taraftan Musa’nın annesi ya­nıp yakılıyordu. Musa’nın kizkardeşine: “Sen bir araştır, sor belki ondan bir ha­ber alırsın. Oğlum diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar mı yedi?” dedi. Musa’nın annesi, Allah’ın kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Musa’nın kızkardeşi onu Firavun’un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu cariyelerin bulduğunu gördü.

Firavun’un adamları süt anne bulmaktan âciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: “Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi?” dedi[4][45] Firavun’un adamları kızı yakalayıp: “Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?” de­diler. Ve Musa hakkında şüpheye düştüler.

Abdullah b.Abbas diyor ki: “Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.

Kız ise Firavun’un adamlarına şu cevabı verdi: “Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve şefkat göstermesi, Kralın sarayında süt annesi olmak isteye­ceklerinden ve bu işten menfaat umacaklanndandır..” Bunun üzerine Firavun’un adamları kızı bıraktılar. Kız annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Mu­sa’nın annesi geldi ve Musa’yı kucağına alır almaz memesine sarıldı ve emerek iyice doydu. Müjdeciler Firavun’un hanımına koşarak: “Oğluna süt annesi bul­duk.” diye müjdeİediler. Firavun’un hanımı, Musa’nın annesine adam göndere­rek yanına çağırttı. Musa’nın, annesini nasıl emdiğini görünce: “Benîm yanım­da kal ve oğlumu emzir. Ben, bunun kadar hiçbirşeyi sevmemiştim.” dedi. Mu­sa’nın annesi şu cevabı verdi: “Ben evimi ve çocuklarımı bırakarak onları kay-bedemem. Şayet bu çocuğu bana emanet ederseniz onu da alıp evime götürü­rüm. Benimle beraber kalır. Elimden gelen hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Bu­na razı olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı bırakamam.”

İşte bu sırada Musa’nın annesi, Allah Teaîa’nın kendisine verdiği vaadi hatırladı. Firavun’un hanımına karşı diretti. Allah’ın, vaadini mutlaka yerine ge­tireceğine inanıyordu.

Musa’nın annesi o günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allah Teala Musa’yı güzel bir şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti.

Şehrin bir tarafında toplu halde yaşamakta olan îsrailoğullan, Hz. Mu­sa’yı vasıta kılarak Firavun’un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve angaryadan kurtulmaya çalışıyorlardı.

Musa büyümeye başlayınca Firavun’un hanımı Musa’mn annesine: “Ço­cuğumu görmem için bana getir.” dedi. Musa’mn annesi, çocukla birlikte Firavun’un hanımını ziyaret edeceği bir gün tayin etti. Firavun’un hanımı özel dostlarına, muhafızlarına ve sarayda bulunan süt annelerine: “Sizden hiçbir kim­se oğlumu, hediye ve bahşişle karşılamaktan geri durmasın. Ben, muhafızımı göndereceğim, sizin ne yaptığınıza baksın.” dedi.

Musa, annesinin evinden çıkıp Firavun’un hanımını evine gelinceye ka­dar, görüşme yerine hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı. Musa kadı­nın yanına girince kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok sevidi. Kadının kendisine güzel davranışı Musa’nın hoşuna gitti. Kadın: “Onu Firavun’a götürün o da hediyeler verip ikramda bulunsun” dedi.

Musa’yı Firavun’un yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı. Musa Firavun’un sakalından tutup öyle bir çekti ki, sakalının uçları yere değdi. Orada bulunan Allah düşmanlarından biri şöyle dedi: “Görmüyor musun? işte Allah’ın İbrahim’e vaadettiği.” Bu sana galip gelecek ve seni’ yok edecek. Cellatları çağır bunu kessinler.”

Abdullah b.Abbas diyor ki: “Ey İbn-i Cübeyr, Musa’nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir imtihan da işte bu idi.

Bü olay üzerine Firavun’un hanımı koşarak Firavun’un yanına vardı ve ona “Bana hediye ettiğin bu çocuk hakkında sana ne oluyor?” dedi. Firavun: “Görmüyor musun bu adam bu çocuğun bana galip geleceğini ve beni öldürece­ğini tahmin ediyor.” dedi. Kadın: “Bunun doğru olduğunu anlamak için bir şey yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci getir onları çocuğa yaklaştır. Eğer incileri tutup köz’den kaçınırsa aklının erdiğini anlarsın. Şayet közleri tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan hiçbir kimse incileri bırakıp ta közü (ateşi) tercih etmez.” dedi. Bunun üzerine Firavun, kadının söylediği şeyleri getirip musa’ya yaklaştırdı. Musa eliyle közleri tuttu. Firavun, elini yakmasın diye on­ları çekip elinden aldı. Firavun’un hanımı: “Görmüyor musun ne yapıyor?” dedi. Böylece Allah, Musa’yı Öldürmeyi düşünen Firavunun şerrini, Musa’dan uzak­laştırdı. Zira Allah, Musa hakkındaki takdirini yerine getirecekti.

Musa erginlik çağma erişip büyük insanların arasına katılınca, artık Firavun’un adamlarından herhangi biri îsrailoğullarından kimseye zulmedemi­yor ve onları angarya işlerde çahştırarmyorlardı. İşte bu dönemde Hz. Musa şehrin bir tarafında gezerken, îsrailoğullanndan bir adamla Firavun’un taraftar­larından bir adamın birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü. îsrailoğullanndan olan kişi Firavun’un taraftarlarından olan kişiye karşı Musa’dan yardım iste­di. Musa çok kızdı. Zira, Firavun’un taraftarlarından olan kişi, Musa’nın, İsrailo-ğullannı himaye ettiğini bilmesine rağmen îsrailoğul I arından olan kişiye saldır­mıştı. Bundan dolayı Musa aşın derecede öfkelenmişti.

Musa’nın annesinden başka diğer insanlar, Musa’nın, İsrailoğullannı niçin himaye ettiğini bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı olduğunu sanıyorlar­dı. Ancak Allah Teala Musa’ya, başkalarına bildirmediği birşeyi ilham etmiş olabilirdi.

Musa, Firavun’un taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Musa ile ölen adamı Allah’tan ve İsraüoğuîanndan olan adamdan baş­ka kimse görmemişti. Musa adamı öldürdükten sonra kendi kendine şöyle dedi: “Bu yaptığım Şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşman­dır.” Sonra Allah’a yalvararak şöyle dua etti: “Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim. Bağışla beni.” Allah da Musa’nın duasını kabul edip onu bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir, Musa şehirde korku içerisin­deydi ve etraftan gelecek haberleri bekliyordu. Durum, Firavun’a intikal ettirildi ve ona: “îsrailoğullanndan bir adam, Firavun taraftarlanndan birini öldürdü. Onlardan hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme.” denildi. Bunun üzerine Firavun: ‘”Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira şahitsiz, ispatsız hüküm vermek doğru olmaz.” dedi. Bunun üzerine araştırmaya başladılar. On­lar, araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir delil bulamamışlardı. Bu sı­rada Musa bir de ne görsün daha dün, kendisinden yardım isteyen îsrailoğulla­nndan olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile dövüşüyor ve yine kendi­sinden, yardımına koşmasını istiyor. Musa, bir gün önce yaptığından pişman ol­muştu. Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi ve kızdı. Elini uza­tıp Firavunun taraftan olan kişiyi yakalamak istedi. Ve İsrailoğuIIarmdan olan adama: “Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın.” dedi. îsrailoğuIIarından olan kişi Musa’ya baktı. Bir gün önce Firavun taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgındı, îsrailoğullanndan olan kişi, Musa’nın kendisine “Şüphesiz ki sen, apaçık bir az­gınsın.” demesinden sonra bu sefer de kendisini yakalamak istediğinden korktu ve kendisiyle kavga eden adamı Musa’nın önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: “Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek isti­yorsun?” dedi ve kavga edenler aynldılar. Firavun’un taraftan olan adam gidip, îsrailoğullanndan olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun celiatlanni gönderdi, Musa, şehrin en büyük cadesini tuttu yürüdü. Onu arayan Firavun’un adamları Musa’nın ellerinden kaçabileceğini sanmıyorlardı. Musa’nın taraftarlanndan bir adam, şehrin en uzak yerinden koşarak geldi. Ge­lirken kestirmeden geldi ve Firavun’un adamlan Musa’nın yanma vannadan ona ulaştı ve durumu ona bildirdi. Ve: “Ey Musa, şehrin ileri gelenleri seni öldür­mek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim.” dedi. Bunun üzerine Musa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehir­den çıktı. “Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar.” diye dua ediyordu.

Abdullah b.Abbas dedi ki: “Ey İbn-i Cübeyr, işte imtihanlardan biri de bu idi.”

Musa, Medyen’e doğru yo!a koyuldu. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çek­memişti. Yol hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak rabbine inancı tamdı. Ve: “Umanın rabbim bana doğru yolu gösterir.” diyordu.

Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir cemaat buldu. Onların gerisinde de hayvanlarının suya gitmelerini engellemeye çalışan iki ka­dın gördü. Onlara: “Derdiniz nedir, bir tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sularmyor-sunuz?” dedi. Onlar da: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz, onlarla yarışacak güce sahip değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adam­dır. Biz, onlardan artan sularla hayvanlarımızı suluyoruz.” dediler. Bunun üzeri­ne Musa onların hayvanlarını sulayıverdi. Musa, su kovalarını dolu dolu çekti ve bütün çobanlardan Önce o kadınların koyunlarını suladı. Kadınlar sürüleriyîe birlikte dönüp babalarına gittiler. Musa ise oradan ayrılıp bir ağacın gölgesine çekildi ve orada rabbine şöyle niyaz etti. “Rabbim, ben, gönderdiğin her hayra ve nzka çok muhtacım.”

Kadınların babası, kızlarının, koyunları suya doymuş olarak çabucak dönmelerinden kuşkulandı ve onlara: “Sizde bugün bir hal var.” dedi. Onlar da babalarına, Musa’nın kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babalan, kızlanndan birine Musa’yı çağırmasını emretti. Kız gdip Musa’yı çağırdı. Musa, kızların ba­bası olan Şuayb aleyhisselam ile konuşunca Şuayb aleyhisselam ona: “Korkma artık zalim kavimden kurtuldun. Firavun ve kavminin, bizim üzerimize herhan­gi bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz.” dedi. Kızlardan biri de şöyle dedi: “Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır.” Şuayb aleyhisselam kızının bu sözle­rine karşı namusunu kıskanarak ona şöyle dedi: “Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?” Kız:.”Güçlü olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında gördüm. Ben bugüne, kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim. Güvenilirliliğine gelince, ben ona gidip karşısına dikildiğimde bana baktı, kadın olduğunmu anlayınca başını eğdi ve ben senin sözlerini ona söyleyip tamamlayıncaya kadar yukan kaldırmadı ve sonra bana: “Sen arkamdan yürü yolu bana tarif et.” dedi. îşte ancak güvenilir bir insan böy­le yapar.” dedi. Kiz, bu sözleriyle babasını rahatlattı. Babası kıza inandı ve söy­lediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi. Ve Musa’ya şöyle dedi: “Bana sekiz yıl çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum. Eğer bunu on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur. Fakat seni zora koş­mak ta istemem. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. Musa da’ “Bu, seninle benim aramda kesin bir sözleşmedir. Bu iki süreden hangisini doldurur-sam doldurayım haksızlığa uğramış olmam. Söylediklerimize Allah şahittir.” dedi.

Bu anlaşmaya göre sekiz yıl hizmet etmek Musa’nın üzerine borç oldu. İki yılı da, Allah’ın kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şu-ayb aleyhisselamm yanında on yıl geçirmiş oldu.”

Bundan sonra Musa, ailesiyle birlikte yola çıktı. İşte bu yolculukta dağda yanan ateşi görme, âsâsınm yılana dönüşmesi, elinin koynundan bembeyaz çı­ması mucizeleri meydana geldi.

Musa, Allah Teala’ya, Firavun’un taraftarlarından birini öldürdüğünü, di­linin kekeme olduğunu arzetti ve rabbinden, kardeşi Harun’u da Peygamber seç­mesini istedi. Allah Teala da Musa’nın isteklerini kabul etti. Kekemeliğini gi­derdi, Harun’a vahiy verdi ve Musa’ya, Harun’la görüşmesini emreti. Musa asasını alıp yola devam etti. Kardeşi Harun’la buluştu. İkisi birlikte Firavun’a gi­dip görüşme izni verilmediği için kapısında uzun süre beklediler. Sonra onlara görüşme izni verildi. Firavun’a vanp şöyle dediler:'”Şüphesiz ki biz, rabbinin Peygamberleriyiz.” Firavun: “Rabbiniz de kimdir?” dedi. Musa ve Harun, Kui’an’in bize anlattığı şekilde Firayun’la konuştular. Firavun onlara: “Netice olarak ne istiyorsunuz?” dedi. Ve Musa’ya adamlarından birini öldürdüğünü ha­tırlattı. Musa özür diledi ve Firavun’a: “Allah’a iman etmeni ve îsrailoğullannın bizimle bilikte gitmeleri için serbest bırakmanı istiyoruz.” dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve Musa’ya: “Eğer doğru söyleyenlerden isen bunu gösteren bir delil getir.” dedi. Musa, asasını yere bıraktı. Bir de ne görsünler âsâ, Firavun’un üstüne hızla yürüyen ağzı açık bir yılan haline dönüştü. Firavun âsânın bu şekil­de kendisine yöneldiğini görünce korktu. Tahtından kalkıp Musa’dan onu dur­durmasını istedi. Musa da onu durdurdu. Sonra koynundan elini çıkardı. Fira­vun, onun gözleri kamaştıracak kadar beyaz olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine Firavun, ileri gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona şöyle dediler: “Bunların ikisi de sihirbazdan başka bir şey de­ğildir. Sizi, sihirleriyle ülkenizden çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldır­mak istiyorlar.”

Firavun ve taraftarları, Musa’nın, kendilerinden istediği hiçbir şeyi kabul etmediler. Firavuna: “Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça sihirbaz var. Sihirbazlar bunlara galip gelsinler.” dediler. Firavun bütün şehirle­re adamlar gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar onun hu­zuruna gelince Musa’yı kastederek: “O nasıl bir sihir yapıyor?” diye sordular. Firavun’un adamları: “O, yılanla sihir yapıyor.” diye cevap verdiler. Sihirbazlar: “Vallahi yeryüzünde yılanlarla, iplerle ve âsâ ile bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip gelirsek mükâfatımız ne olacaktır?” dediler. Firavun onlara: “Sizler benim yakınlarım ve özel adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi yapacağım.” dedi. Bunun üzerine Musa ile Firavun ve taraftarları, bay­ram gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.

İşte sözü edilen bu günde Musa, Firavun ve sihirbazlarına galip gelmiştir. Ve halen o gün Aşure günü olarak devam etmektedir.

O gün insanlar bir meydanda toplandılar. Aralarında: “Durum bakalım si­hirbazlar, yani Musa ve Harun galip gelirlerse, belki onlara tâbi oluruz.” diye alay ediyorlardı. Sihirbazlar: “Ey Musa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya koy veya biz koyalım.” dediler. Musa: “Siz koyun.” dedi. Onlar da sihir iplerini ve değneklerini atıp: “Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz.” dediler. Musa, sihirbazların sihrini görünce içine bir korku düştü. Allah Teala da ona: “Sen de âsânı at.” dedi. Musa asasını atınca o âsâ ağzı açık büyük bir ejderhaya dönüştü. Ve ipleri ve değnekleri toparlayıp yuttu. Sihirbazlar bunu görünce: “Eğer bu, sihir olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat bu, Al­lah tarafından bir iştir. Biz, Alİaha ve Musa’nın Allah katından getirdiklerine iman ettik. Bundan önceki durumumuzdan dolayı Allah’a tevbe ederiz.” dediler, îşte burada Allah, Firavun’un ve taraftarlarının belini kırdı. Hak galip geldi. On-lann yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup oldular. Zelil olarak geri döndüler.

Firavunun kansı ise perişan bir halde ortaya çıkmış Allah’a dua ediyor, musa’nın Firavun ve adamlarına galip gelmesini niyaz ediyordu. Firavunun ta­raftarlarından onu görenler, onun, Firavun ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyoiardı. Halbuki onun üzüntü ve endişesi Musa içindi.

Musa her mucize getirdiğinde Firavun ona, firavun ona, îsrailoğullanni kendisiyle birlikte serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonra­dan vaadini bozuyordu. Ve: “Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?” diyor­du. Öyle ki Allah Teala Firavun’un kavmine, Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağa-ve Kan gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri geldiğinde Firavun Musa’ya başvuruyor, bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında îsrailoğullannı ser­best bırakacağını vaadediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dö­nüyor, vaadini bozuyordu.

Allah Teala, nihayet Musa’ya, kavmiyle birlikte Firavun’un diyarından çıkmasını emretti. Musa ve geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek ordu toplattı ve Musa’yı takibe çıktı.

Allah Teala denize: “Kulum Musa âsâsıyla sana vurduğunda oniki parça­ya bölün ki Musa beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Musa’nın arkasından gelen Firavun ve taraftarlarının üzerine kapan,” diye emretti. Fakat Musa âsâsıyla denize vurmayı unuttu. Denizin önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Musa gelip kendisine âsâ ile vurduğunda uyarlamayacağından ve böy­lece Allah’a isyan etmiş olacağından korkuyordu.

İki topluluk birbirini görüp yakınlaşınca Musa’nın arkadaşları: “Şüphesiz ki bize yetişecekler. Ey Musa, rabbinin sana emrettiğini yap. Zira ne senin rab-bin yalan söyler, ne de sen.” dediler. Musa da dedi ki; “Rabbim bana vaadetti ki denize vardığımda o deniz oniki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim. Bundan sonra asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncülerinin, Musa ile giden İsrail oğullarının en arkada bulunanJanna yetiştiği sırada o âsâyı denize vurdu. Allah Teala’ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı. Musa ve taraftarlarının hepsi denizi geçip karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine daldıkla­rı bir sırada Allah tealanın emrettiği şekilde deniz onların üzerine kapanıverdi.

Musa’nın kavmi denizi geçtikten sonra şöyle demeye başladı: “Biz Fira-vun’un boğulmadığından korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz.” Bunun üzerine Musa rabbine dua etti. O da Firavun’un cesedini onîann gözünün önüne çıkardı. Onlar da böylece Firavun’un öldüğüne kesin olarak inandılar.

Sonra Musa ve kavmi, kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rast­ladılar. Ve Musa’ya şöyle dediler: “Ey Musa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilah yap.” Musa da onlara şöyle dedi: “Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin içinde bulunduk­lara din, yıkılmaya mahkumdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır.”

Bundan sonra Musa, kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: “Siz Harun’a itaat edin. Zira ben onu, kendi yerime size Halife tayin edi­yorum.” dedi.

Musa, Allah Teala ile otuz gün konuşmalarda bulunup sonra kavmine dö­neceğini söyledi ve onlardan ayrılarak rabbi ile konuşmaya gitti. Otuz ün geç­tikten sonra Allah Teala bir on gün daha uzattı. İşte bu son on gün içinde Israi-loğuilan, kendi aralarında ihtilafa düştüler. Firavun’un taraftarlarından emanet olarak aldıkları ziynet eşyaları bir çukura doldurulup yakıldıktan sonra, Samiri adlı bir kişi, eritilen bu mücevherattan bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgâr bu hey­kelin ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyor­du. İsrailoğullanndan bazıları bu buzağı heykeline taptı, bazıları ise buna karşı çıktı. Bir kısmı da tarafsız kaldı. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler, dini açıkça yalanlamaya kalktılar.

Harun onlara: “Ey kavmim, siz bu buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak rahman olan Allah’tır. Bana uyun, emrime itaat edin.” dedi. Bu­nun üzerine onlar: “Ne oluyor Musa’ya? O bize otuz gün vaadetti sonra da vaa­dinden döndü. Aradan kırk gün geçti. Hâlâ gelmedi.” dediler. İçlerinden beyin­siz olanlar ise: “Belki de o, rabbini yitirdi onu anyor ki onun peşinden gitsin.” dediler.

Musa, Allah Teala ile konuştuktan sonra Allah Teala ona kavminin yap­tıklarını haber verdi. Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak döndü ve onlara: Kur’an-ı Kerim’in kıssasını zikrettiği şeyleri söyledi… Kardeşi Harun’a öfkelen­dikten sonra onu mazur gördü. Sonra Samiri’yi hesaba çekti. Samiri de ona: “Ben İsrailoğullannın görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç top­rak alıp onu, erimiş mücevheratın içine attım. îşte böyle bunu bana nefsim hoş gösterdi.” dedi. Musa da ona şöyle dedi: “Haydi git. Sen, hayatın boyunca: ‘”Ba­na dokunmayın.” diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaade-dilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun ilahına ne yapacağız bir bak. Onu mu­hakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız.”

Sonra, İsrailoğullanndan buzağıya tapanlar hata ettiklerini anladılar. Musa’ya: “Rabbine yalvar da bizim için tevbe edecek bir kapı açsın biz de tevbe edelim de yaptıklarımızı bağışlasın.” dediler. Bunun üzerine Musa, Buzağıya tapmaya katılmayan ve îsrailoğullarının önde gelenlerinden yetmiş kişiyi seçip tevbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya yakalandılar. Bunun üzeri­ne Musa: “Ey rabbim, eğer dileseydin bunları da beni de daha önce helak eder­din. Sen, içinizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzündne bizi helak mı edecek­sin? dedi.

Aslında bu yetmiş kişinin içinde buzağıya tapan kişiler de bulunuyordu. Fakat Musa ve Harun bunun farkında değillerdi. Yeryüzü bundan dolayı onları sarsmıştı. Allah Teala Musa’ya: “Bunların tevbeleri, içlerinden herbirim’n, önüne geleni, baba-oğul demeden öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla olacaktır.” buyurdu.

İsrailoğullan Allah Teala’nın kendilerine emrettiği şekilde yaptılar. So­nunda Allah Teala öldüreni de öldürüleni de bağışladı. Sonra Musa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına doğru yürüyüp gitti. Onlara Allah Teala’nın gönder­miş olduğu emirleri tebliğ etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve bunları kabul etmemekte direttiler. Bunun üzerine Allah Teala dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve onlara yaklaştırdı. İsrailoğullan, dağın üzerlerine düşeceği kor­kusuyla ilahi emirlere sarıldılar ve Musa’yı takib ederek mukaddes topraklara vardılar. O topraklarda zorba bir kavmin yaşadığını gördüler ve Musa’ya: “On­lar orada bulunduğu müddetçe biz oraya giremeyiz” dediler. Musa’nın ısran üzerine: “Git onlarla sen ve rabbin savaşın biz burada oturacağız.” dediler ve bu sözleriyle Musa’yı kızdırdılar. Musa, bundan önce İsrailoğullan aleyhine her­hangi bir beddua yapmamıştı. Fakat onların bu sözleri üzerine onlara beddua et­ti. Allah da duasını kabul etti ve onlann Kudüs topraklarına girmelerini kırk yıl haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar. Sa­bahtan akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlar­dı, Allah Teala İsraiioğullanna bu kırk yıl içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onlan çölde bulutla gölgelendirdi. Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdi. Taştan on iki pınar fışkırttı ve bunlara benzer daha birçok liituflarda bulundu… (Bu hadise tefsir kitaplarında “Fûtun hadisi” denmektedir.) [5][46]

 

41- Seni kendime Peygamber seçtim. [6][47]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.