VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 167. VE 171. AYET-İ KERİMELER
Dağın Yahudiler Üzerine Kaldırılması, Kıyamete Kadar Zillete Duçar Edilmeleri, Yeryüzüne Dağıtılmaları Ve Salihlerin İstisna Edilmesi
- O vakit Rabbin onlara, kıyamet gününe kadar üzerlerine, kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini bildirdi. Şüphesiz Rabbin, cezayı çabuklaştırandır. Ve muhakkak ki O, mağfiret ve rahmet edicidir.
- Onları paramparça ümmetler olarak yeryüzünde dağıttık. Onlardan kimi salihlerden, kimi de bunlardan aşağı oldular. Onları hem iyiliklerle, hem de kötülüklerle imtihana çektik. Ta ki dönsünler.
- Onlardan sonra kötü kimseler gelip onların yerine geçmiştir. Kitaba da vâris oldular. Bu dünyanın geçici me-taım alırlar: “Biz ileride mağfiret olunuruz” derler. Kendilerine ona benzer kir me*a gelirse, onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başkasını söylemeyecek-
lerine dair kendilerinden o kitabın teminatı alınmadı mı? Halbuki onda, olanı durmadan okumuşlardı da. Halbuki ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınızı başınıza almayacak mısınız?
- Bir de Kitab’a sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar (için hayırdır). Şüphesiz biz, salihlerin mükâfatını zayi etmeyiz.
- Biz, bir zaman dağı üzerlerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip kaldırmıştık da, üstlerine düşecek sanmışlardı. “Size verdiğimizi, azim ve kuvvetle alın. Onda olanı düşünün. Olur ki iuüttakilerden olursunuz” (demiştik).
Açıklaması
Ey Muhammed! Hani o zamanı hatırla ki, Rabbin yahudilerin seleflerine, peygamberlerinin diliyle, kıyamete kadar onların başına, onlara şiddetli azabı tattıracak, onlara zillet ve horluk verecek, onlardan cizye alacak, mülklerini dağıtacak, topluluklarını perişan edecek kimseleri musallat edeceğini bildirmişti.
Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edenlere ve şeriatına muhalif davrananlara çabuk ceza vericidir. Tevbe edip kendine dönenlere de çok merhamet ve mağfiret edicidir.
Ayetin işaret ettiği husus gerçekleşti: Çünkü, Musa (a.s.) onlara ilk haraç koyandır. Sonra sırasıyla Yunanlılar, Keşdânîler, Keldânîler, Babilliler, Hıristiyan Rumlar, müslümanlar, onları kahr u perişan etmişler, onlardan cizye ve haraç almışlardır. Son asırda ise Almanlar, Hitler başkanlığında onlardan intikam almışlar, bir kısmını öldürmüşler, bir kısmını da darmadağın etmişlerdir.
İsra sûresi 4-8. ayetlerinde de İsrailoğulları’nm defalarca fesat çıkardıkları, bu yüzden de kendilerine daha güçlüler musallat kılınıp rezil ve rüsvay edildikleri zikredilmiş, siz yine fesat çıkarırsanız, biz de sizi yine zelil ve rüsvay ederiz, denilmiştir.
Yahudilerin Filistin’de bugünkü durumlarına gelince; bu, geçici bir durumdur. Cenab-ı Hakk’ın vaadine ve kelâmına güvenimiz tamdır.
İşte bu, yahudilerin tekrar tekrar yaptıkları isyanlara ve Allah’ın hükümlerine karşı gelmelerine karşılık verilen birinci cezadır. Bu, yüce Allah’ın onları zelil kılmak ve onlara azab etmek için başka milletleri üzerlerine musallat etmesidir.
İkinci ceza, onların fırkalara ayrılmaları, dünyanın dört bir tarafına fırkalar halinde dağıtılmalarıdır. İçlerinde iyileri de vardır, kötüleri de. İyileri, Hz. Musa (a.s.)’dan sonra gelen peygamberlere ve Muhammed (a.s.)’e inananlar, ahireti dünyaya tercih edenlerdir. Bunlar, cumartesi gününde haddi aşmaktan meneden ve müslüman olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarıdır. İyi olmayanlar ise; haksız yere peygamberlerini öldüren fâsıklar, fâcirler ve kâfirlerdir. Yalana kulak verenler, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedip ilâhî ahkâmı değiştirmekle rüşvet alanlar, faiz yiyenlerdir. Onlarda hayır ve iyilikten eser yoktur. Onlar kâfir ve fâsıktırlar.
Allah, her iki gruba da, başkalarına yaptığı gibi yapar. Nimetlerle ve cezalarla imtihan eder. Belki günahlarından dönerler, nimetlere şükrederler ve sıkıntılara sabrederler diye.
Sonra, seleflerinden miras aldıkları Tevrat’taki hükümleri kabul edenler, onları okuyan ve onları bilen bir nesil geldi. Bunlar Resulullah (s.a.) zamanında yaşıyorlardı. Fakat bunlar, onu terkettiler, dünyayı, dünya metaını ve zine-tini tercih ettiler. Dünya malı toplamak için koşuşturdular. Helâl veya haram olduğuna aldırış etmediler. Gayr-ı meşru imiş, rüşvetmiş önemsemediler. Hüküm verirken haktan ayrılınıyormuş, dinden sapılıyormuş, buna dikkat etmediler. Allah’ın kendilerini mağfiret edeceğini, işlerinden ve günahlarından dolayı sorguya çekmeyeceğini zannettiler. Şöyle diyorlardı: “Biz Allah’ın çocukları ve dostları, peygamberlerinin sülaleleriyiz”. Onlar günah işliyorlar, günahta ısrar ediyorlar, helâla haram karıştırmaktan çekinmiyorlardı. Allah’ın mağfiret vaadinin günahlarından büsbütün tevbe edenlere ait olduğunu bildikleri halde, bir dünya metâı gelirse, utanmadan, sıkılmadan onu alıyorlardı.
Nitekim Allahu Teâlâ, şu sözüyle onların bu davranışlarını reddetmektedir: “Kitap üzerine onlardan söz alınmamış mıydı1?” Yani, Allah onların bu yaptığını iyi görmemektedir: Çünkü Allah, onlardan Allah’a karşı haktan başkasını söylememeleri için ahd ve misak almıştı. Ne yüzle, ısrarla yaptıkları ve tevbe etmedikleri günahlarının mağfiret olunmasını Allah’tan umuyordu? Tevrat’ta şöyle deniyordu: Kim büyük bir günah işlerse, o ancak tevbe ile mağfiret olunur. Kendilerinden alınan sözlerden bazıları şunlardı: Onlar insanlara hakkı açıklayacaklar ve onu gizlemeyecekler, sözleri tahrif etmeyecekler, rüşvet almak için ilahî hükümleri değiştirmeyeceklerdi. Onlar da, Tevrat’ı okumuşlar, onun içindeki bâtıl yollarla başkalarının malını yemenin ve Allah’a yalan söylemenin haram oluşu gibi hükümlerini anlamışlardı.
Sonra Allah, sevabının bolluğu hususunda onları teşvik etmiş, şiddetli azabından da onları sakındırarak şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki, ahiret yurdu ve ondaki ebedî nimetler, masiyetlerden ve haramlardan sakınan, nefislerinin arzularına uymayı terkeden ve Rablerinin itaatına yönelenler için rüşvet gibi gayr-i meşru yollarla alman fani dünya metaından daha hayırlıdır, bunu düşünmez misiniz?
Özetle, Ahiret yurdu, o hakir metâdan daha hayırlıdır. Burada şu hususa işaret vardır. Dünya metama tama, İsrailoğullarını ifsad eden tek şeydir. İşte bunda, dünya hayatını ahiret hayatına tercih eden müslümanlar için bir ibret vardır.
Sonra Allahu Teâlâ, peygamberi Muhammed (s.a.)’e tabi olmaya ileten Ki-tabı’na sarılanları övmüş: “Kitaba sımsıkı sarılanlar” buyurmuştur. Yani ilâhî kitabın emirlerine sımsıkı sarılanlar, onun metoduna uyanlar, yasakladığı şeyleri terkedenler ve namazı kılanlar.. Cenab-ı Hak, kitab her türlü ibadeti içine aldığı halde, bir de özellikle namazı zikrediyor. Bunu, onun derecesinin yüksekliğini, imandan sonra ibadetlerin en büyüğü, dinin direği ve küfürle imam birbirinden ayırdeden bir alamet olduğunu açıklamak için andı.
Şüphesiz biz, ıslah etmeye çalışanların ecirlerini de zayi etmeyiz. Çünkü ıslah ediciler, kitaba sımsıkı sarılanların manası içindedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Gerçekten iman edip de güzel amellerde bulunanlar ise; şüphesiz biz iyi amel edenin mükâfatını zayi etmeyiz” (Kehf, 18/30).
Yüce Allah İsrailoğulları’nın dinlerinin hükümlerine muhalefetlerini açıkladıktan sonra, Kitab’ın onlara ilk indiriliş anındaki hallerini hatırlatarak: “Biz, bir zaman dağı üzerlerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip kaldırmıştık da üstlerine düşecek sanmışlardı” buyurdu. Yani, hatırla ey Rasûlüm! Hani Tur dağını biz onların üzerine kaldırmıştık. Bu hususa başka ayetlerde de işaret olunur: “Tur’u da üstünüze kaldırdık” (Bakara, 2/63). “Tur’u üzerlerine kaldırdık” (Nisa, 4/154).
Onlar ağır hükümler taşıdığından dolayı Tevrat’ı kabul etmekten geri durunca, dağ adeta üzerlerine çökecek bir tavan gibi oldu. Buna kesinlikle inandılar. Biz onlara şöyle dedik: Size vermiş olduğumuz ilâhî hükümleri ciddiyetle ve meşakkat ihtimalini kabullenerek alın. Onda bulunan emir ve yasaklan hatırlayın ve unutmayın. Yahut onda sayılan sevap ve cezayı hatırlayın da büyük sevabı isteyin, şiddetli cezadan korkun. Takvanın kalblerinizde yerleşmesi, amellerinizin din ile uyum sağlaması için böyle yapın. Bunda sizin için kurtuluş vardır. Yahut içinde bulunduğunuz durumdan sakının. Çünkü dini ayakta tutma hususundaki azim, nefisleri temizler ve ahlâkı güzelleştirir. Dine saygının küçümsendiği hallerde de, nefisler şehvetlere uymaya teşvik eder. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Onu temizleyen kişi, muhakkak felah bulmuştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır” (Şems, 91/9-10). [1][89]