sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 167. VE 171. AYET-İ KERİMELER

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 167. VE 171. AYET-İ KERİMELER
Aralık 6, 2025 09:57
23
A+
A-

Dağın Yahudiler Üzerine Kaldırılması, Kıyamete Kadar Zillete Duçar Edilmeleri, Yeryüzüne Dağıtılmaları Ve Salihlerin İstisna Edilmesi

 

  1. O vakit Rabbin onlara, kıyamet gününe kadar üzerlerine, kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini bildirdi. Şüphesiz Rab­bin, cezayı çabuklaştırandır. Ve mu­hakkak ki O, mağfiret ve rahmet edicidir.
  2. Onları paramparça ümmetler ola­rak yeryüzünde dağıttık. Onlardan ki­mi salihlerden, kimi de bunlardan aşa­ğı oldular. Onları hem iyiliklerle, hem de kötülüklerle imtihana çektik. Ta ki dönsünler.
  3. Onlardan sonra kötü kimseler ge­lip onların yerine geçmiştir. Kitaba da vâris oldular. Bu dünyanın geçici me-taım alırlar: “Biz ileride mağfiret olunuruz” derler. Kendilerine ona benzer kir me*a gelirse, onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başkasını söylemeyecek-

lerine dair kendilerinden o kitabın te­minatı alınmadı mı? Halbuki onda, ola­nı durmadan okumuşlardı da. Halbuki ahiret yurdu sakınanlar için daha ha­yırlıdır. Hâla aklınızı başınıza almaya­cak mısınız?

  1. Bir de Kitab’a sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar (için ha­yırdır). Şüphesiz biz, salihlerin mükâ­fatını zayi etmeyiz.
  2. Biz, bir zaman dağı üzerlerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip kaldır­mıştık da, üstlerine düşecek sanmış­lardı. “Size verdiğimizi, azim ve kuv­vetle alın. Onda olanı düşünün. Olur ki iuüttakilerden olursunuz” (demiştik).

 

Açıklaması

 

Ey Muhammed! Hani o zamanı hatırla ki, Rabbin yahudilerin seleflerine, peygamberlerinin diliyle, kıyamete kadar onların başına, onlara şiddetli azabı tattıracak, onlara zillet ve horluk verecek, onlardan cizye alacak, mülklerini dağıtacak, topluluklarını perişan edecek kimseleri musallat edeceğini bildir­mişti.

Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edenlere ve şeriatına muhalif davranan­lara çabuk ceza vericidir. Tevbe edip kendine dönenlere de çok merhamet ve mağfiret edicidir.

Ayetin işaret ettiği husus gerçekleşti: Çünkü, Musa (a.s.) onlara ilk haraç koyandır. Sonra sırasıyla Yunanlılar, Keşdânîler, Keldânîler, Babilliler, Hıristi­yan Rumlar, müslümanlar, onları kahr u perişan etmişler, onlardan cizye ve haraç almışlardır. Son asırda ise Almanlar, Hitler başkanlığında onlardan inti­kam almışlar, bir kısmını öldürmüşler, bir kısmını da darmadağın etmişlerdir.

İsra sûresi 4-8. ayetlerinde de İsrailoğulları’nm defalarca fesat çıkardıkla­rı, bu yüzden de kendilerine daha güçlüler musallat kılınıp rezil ve rüsvay edil­dikleri zikredilmiş, siz yine fesat çıkarırsanız, biz de sizi yine zelil ve rüsvay ederiz, denilmiştir.

Yahudilerin Filistin’de bugünkü durumlarına gelince; bu, geçici bir du­rumdur. Cenab-ı Hakk’ın vaadine ve kelâmına güvenimiz tamdır.

İşte bu, yahudilerin tekrar tekrar yaptıkları isyanlara ve Allah’ın hükümleri­ne karşı gelmelerine karşılık verilen birinci cezadır. Bu, yüce Allah’ın onları zelil kılmak ve onlara azab etmek için başka milletleri üzerlerine musallat etmesidir.

İkinci ceza, onların fırkalara ayrılmaları, dünyanın dört bir tarafına fır­kalar halinde dağıtılmalarıdır. İçlerinde iyileri de vardır, kötüleri de. İyileri, Hz. Musa (a.s.)’dan sonra gelen peygamberlere ve Muhammed (a.s.)’e inananlar, ahireti dünyaya tercih edenlerdir. Bunlar, cumartesi gününde haddi aş­maktan meneden ve müslüman olan Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarıdır. İyi olmayanlar ise; haksız yere peygamberlerini öldüren fâsıklar, fâcirler ve kâfir­lerdir. Yalana kulak verenler, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedip ilâhî ahkâmı değiştirmekle rüşvet alanlar, faiz yiyenlerdir. Onlarda hayır ve iyilik­ten eser yoktur. Onlar kâfir ve fâsıktırlar.

Allah, her iki gruba da, başkalarına yaptığı gibi yapar. Nimetlerle ve ceza­larla imtihan eder. Belki günahlarından dönerler, nimetlere şükrederler ve sı­kıntılara sabrederler diye.

Sonra, seleflerinden miras aldıkları Tevrat’taki hükümleri kabul edenler, onları okuyan ve onları bilen bir nesil geldi. Bunlar Resulullah (s.a.) zamanın­da yaşıyorlardı. Fakat bunlar, onu terkettiler, dünyayı, dünya metaını ve zine-tini tercih ettiler. Dünya malı toplamak için koşuşturdular. Helâl veya haram olduğuna aldırış etmediler. Gayr-ı meşru imiş, rüşvetmiş önemsemediler. Hü­küm verirken haktan ayrılınıyormuş, dinden sapılıyormuş, buna dikkat etme­diler. Allah’ın kendilerini mağfiret edeceğini, işlerinden ve günahlarından dola­yı sorguya çekmeyeceğini zannettiler. Şöyle diyorlardı: “Biz Allah’ın çocukları ve dostları, peygamberlerinin sülaleleriyiz”. Onlar günah işliyorlar, günahta ıs­rar ediyorlar, helâla haram karıştırmaktan çekinmiyorlardı. Allah’ın mağfiret vaadinin günahlarından büsbütün tevbe edenlere ait olduğunu bildikleri halde, bir dünya metâı gelirse, utanmadan, sıkılmadan onu alıyorlardı.

Nitekim Allahu Teâlâ, şu sözüyle onların bu davranışlarını reddetmekte­dir: “Kitap üzerine onlardan söz alınmamış mıydı1?” Yani, Allah onların bu yap­tığını iyi görmemektedir: Çünkü Allah, onlardan Allah’a karşı haktan başkası­nı söylememeleri için ahd ve misak almıştı. Ne yüzle, ısrarla yaptıkları ve tev­be etmedikleri günahlarının mağfiret olunmasını Allah’tan umuyordu? Tev­rat’ta şöyle deniyordu: Kim büyük bir günah işlerse, o ancak tevbe ile mağfiret olunur. Kendilerinden alınan sözlerden bazıları şunlardı: Onlar insanlara hak­kı açıklayacaklar ve onu gizlemeyecekler, sözleri tahrif etmeyecekler, rüşvet al­mak için ilahî hükümleri değiştirmeyeceklerdi. Onlar da, Tevrat’ı okumuşlar, onun içindeki bâtıl yollarla başkalarının malını yemenin ve Allah’a yalan söy­lemenin haram oluşu gibi hükümlerini anlamışlardı.

Sonra Allah, sevabının bolluğu hususunda onları teşvik etmiş, şiddetli azabından da onları sakındırarak şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki, ahiret yur­du ve ondaki ebedî nimetler, masiyetlerden ve haramlardan sakınan, nefisleri­nin arzularına uymayı terkeden ve Rablerinin itaatına yönelenler için rüşvet gibi gayr-i meşru yollarla alman fani dünya metaından daha hayırlıdır, bunu düşünmez misiniz?

Özetle, Ahiret yurdu, o hakir metâdan daha hayırlıdır. Burada şu hususa işaret vardır. Dünya metama tama, İsrailoğullarını ifsad eden tek şeydir. İşte bunda, dünya hayatını ahiret hayatına tercih eden müslümanlar için bir ibret vardır.

Sonra Allahu Teâlâ, peygamberi Muhammed (s.a.)’e tabi olmaya ileten Ki-tabı’na sarılanları övmüş: “Kitaba sımsıkı sarılanlar” buyurmuştur. Yani ilâhî kitabın emirlerine sımsıkı sarılanlar, onun metoduna uyanlar, yasakladığı şey­leri terkedenler ve namazı kılanlar.. Cenab-ı Hak, kitab her türlü ibadeti içine aldığı halde, bir de özellikle namazı zikrediyor. Bunu, onun derecesinin yük­sekliğini, imandan sonra ibadetlerin en büyüğü, dinin direği ve küfürle imam birbirinden ayırdeden bir alamet olduğunu açıklamak için andı.

Şüphesiz biz, ıslah etmeye çalışanların ecirlerini de zayi etmeyiz. Çünkü ıslah ediciler, kitaba sımsıkı sarılanların manası içindedir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Gerçekten iman edip de güzel amellerde bulunanlar ise; şüphesiz biz iyi amel edenin mükâfatını zayi etmeyiz” (Kehf, 18/30).

Yüce Allah İsrailoğulları’nın dinlerinin hükümlerine muhalefetlerini açık­ladıktan sonra, Kitab’ın onlara ilk indiriliş anındaki hallerini hatırlatarak: “Biz, bir zaman dağı üzerlerine sanki bir gölgelikmiş gibi çekip kaldırmıştık da üstlerine düşecek sanmışlardı” buyurdu. Yani, hatırla ey Rasûlüm! Hani Tur dağını biz onların üzerine kaldırmıştık. Bu hususa başka ayetlerde de işaret olunur: “Tur’u da üstünüze kaldırdık” (Bakara, 2/63). “Tur’u üzerlerine kaldır­dık” (Nisa, 4/154).

Onlar ağır hükümler taşıdığından dolayı Tevrat’ı kabul etmekten geri du­runca, dağ adeta üzerlerine çökecek bir tavan gibi oldu. Buna kesinlikle inan­dılar. Biz onlara şöyle dedik: Size vermiş olduğumuz ilâhî hükümleri ciddiyetle ve meşakkat ihtimalini kabullenerek alın. Onda bulunan emir ve yasaklan ha­tırlayın ve unutmayın. Yahut onda sayılan sevap ve cezayı hatırlayın da büyük sevabı isteyin, şiddetli cezadan korkun. Takvanın kalblerinizde yerleşmesi, amellerinizin din ile uyum sağlaması için böyle yapın. Bunda sizin için kurtu­luş vardır. Yahut içinde bulunduğunuz durumdan sakının. Çünkü dini ayakta tutma hususundaki azim, nefisleri temizler ve ahlâkı güzelleştirir. Dine saygı­nın küçümsendiği hallerde de, nefisler şehvetlere uymaya teşvik eder. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Onu temizleyen kişi, muhakkak felah bul­muştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır” (Şems, 91/9-10). [1][89]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.