VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 178. VE 180. AYET-İ KERİMELER
Hidayet Ve Sapıklık Sebepleri
178- Allah kime hidayet verirse, o, doğru yolu bulmuştur ve kimi de saptınr-sa, onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.
179- Andolsun ki biz, cin ve ins’ten birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.
Onların kalbleri vardır, fakat bunlarla idrak etmezler. Gözleri vardır, fakat onunla görmezler, kulakları vardır, kat onunla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktırlar. Onlar, gafil olanların ta kendile-
ridir.
Açıklaması
Allah kimi, aklını ve duygularını kullanarak imana, hayra şeriat ve Kur’an’a uymaya başarılı kılarsa, o gerçekten hakkı bulur. Kimi de başarılı kılmaz, rezil ederse, aklını ve duygularını kevnî ve serî ayetleri anlamak için kullanmaması sebebiyle hayra ve Kur’an’a uymaya hidâyet buyurmazsa, o ziyandadır, hidayetten uzaktır, dünya ve ahirette kaybedendir.
İlâhî hidayet tek, sapıklık ise birçok türde olduğu için, Cenab-ı Hak, tekil olarak “hidayeti bulan”, çoğul olarak “hüsrana uğrayanlar” buyuruyor.
Sonra Allahu Teâlâ, sapıklara nisbetle genel olan şeyi açıklayarak: “An-dolsun ki biz, cin ve insten birçoğunu cehennem için yaratmışızdır” buyuruyor. Yani Allahu Teâlâ, cehenneme ve cennete girmeyi hak edecek ameller yapmaya müsait cin ve insanlardan birçok kimse yarattığını yeminle ifade ediyor. Nitekim Cenab-ı Hak, iki fırkanın sonunu açıklarken şöyle buyurur: “Bir kısmı cennette ve bir kısmı da cehennemdedir” (Şuarâ, 42/7) Kıyamet günündeki akıbetlerini açıklarken de şöyle buyurur: “Onlardan bir kısmı bedbaht, bir kısmı da bahtiyardır” (Hûd, 11/105).
Cehennemliklerin cehenneme girmeyi hak edişlerinin sebepleri: İmanın hakikatına ulaşmak için, dünya ve ahiret saadetinin lezzetini anlamak ve hayrın Allah’ın emrettiği, şerrin de nehyettiği şeylerde olduğunu kavramak için akıllarını sağlam bir şekilde kullanmamalarıdır. Onların meselelere bakışları zahiridir: “Dünya hayatından sadece dış yüzü bilirler. Ahiretten ise tamamen habersizdirler” (Rûm, 30/7) Onlar, anlamayan kimse gibidirler. Çünkü onlar, dikkatli ve anlayışlı kalblerinden faydalanamazlar, sevabı düşünmezler, cezadan korkmazlar.
Yine onlar kendilerini mutluluğa ileten Allah’ın kevnî ve Kur”an’î ayetlerine ibret gözüyle bakmazlar. Allah’ın peygamberlerine indirdiği ayetlerine kulak verip ibretle dinlemezler. Tarihî olayları, geçmiş ümmetlerin haberlerini dinlemezler. Allah’ın hidayetinden ve peygamberlerin irşadından yüz çevirmeleri sebebiyle akıbetlerinin nasıl olduğunu duymazlar. Burada söz konusu olan duymamak ve görmemek, duyu organlarının duyup görmemesi olmayıp, hidayeti görmemek, öğütleri dinlememektir.
Şu ayetler de, bunun benzeri olan manayı ifade eder: “Onlardan önce nice kavimleri helak etmemiz -ki onların meskenlerinde gezerler- onları hidayete ulaştırmadı mı? Muhakkak bunda ibretler vardır. İşitmiyorlar mı? Görmezler mi, biz kupkuru yere suyu süreriz de, onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri ekini bitiririz. Hâla görmezler mi” (Secde, 32/26-27).
Akılları ve duyuları olmayan bu kimseler, yemek içmek ve dünya lezzetlerinden yararlanmaktan başka düşünceleri bulunmayan dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta onlardan daha sapıktırlar. Çünkü hayvanlar, faydalarına olan şeyleri ister, zararlarına olan şeylerden nefret ederler. Yemede içmede israf etmezler, öbürleri ise, inatlarından kendilerini ateşe atarlar, bütün lezzetlerde aşırı giderler, sevap olana yönelmezler. Hayvanların, faziletler elde etmek için kudretleri yoktur. Fakat insanoğluna, fazilet elde etme kudreti verilmiştir. Bu tip insanlar, Allah’ın ayetlerinden, şuurlarını ve akıllarını yaratılış amaçlarına Yani -duyulanlardan, görülenlerden istifade etmek- uygun olarak kullanmaktan tam bir gaflet içindedirler. İstikbâle bakmayan, sadece dünya hayatına yönelen, ahiret hayatında ebedî kalmayı hak ettirecek çalışmayı terkeden cahil ahmak kimselerdir. Bu manada onların gafleti, düşünmeyi terk, cennet ve cehennemden yüz çevirmek manasına olur.
Akıllı zeki kimseler, ahiret için çalışan, dünya için gerekli şeyleri de ihmal etmeyen kimselerdir: “Allah’ın sana verdiği ile ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et. Yeryüzünde de fesad isteme. Çünkü Allah fesad yapanları sevmez” (Kasas, 28/77). [1][95]
Allah’ın Güzel İsimleri
180- En güzel isimler Allah’ındır. O hal- de O’na bunlarla dua edin. Onun isim- lerinde eğriliğe sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.
Açıklaması
En güzel manaları içine alan bütün isimler, sadece Allah’ındır. Dolayısıyla ya O’nu övmek için: “Allah. Ondan başka ilâh yoktur. Diridir. Kayyumdur” (Bakara, 2/255). “O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, aşikârı da bilendir. O, Rahman’dır. Rahim’dir.” (Haşr, 59/24). Ya da ihtiyaçlarının karşılanması için, O’na onlarla dua eder.
Allahu Teâlâ’nm en güzel isimleri doksan dokuzdur. Sahihayn’da, Ebû Hü-reyre (r.a.)’dan, Resulullah (s.a.)’in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur. “Allah’a has doksan dokuz isim vardır. Bu isimleri her kim sayarsa, cennete girer. Allah tektir. Tek şeyleri sever.” İsimleri saymak; onları söylemek, ezberlemek ve manalarını düşünmektir. Tirmizî ve Hâkim bu isimleri Velid b. Müslim ve ŞuTse yoluyla rivayet edip; “O tek şeyleri sever” sözünden sonra Esma-i Hüs-na’yı şöyle sayar:
Hüvellahüllezi lâ ilahe illâ hû, er-Rahman, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mümin, el-Müheymin, el-Aziz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvır, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alim, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfız, er-Râfî’, el-Muizz, el-Müzill, es-Semi’, el-Ba-sîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latif, el-Habir, el-Halim, el-Azim, el-Ğafur, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebir, el-Vâsi’, el-Hakîm, el-Vedud, el-Mecid, el-Bâis, eş-Şehid, el-Hakk, el-Vekil, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamid, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Mu’id, el-Muhyi, el-Mümit, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtm, el-Vâlî, el-Müteâli, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakım, el-Afüvv, er-Rauf, Mâlikü’1-mülk, Zü’1-Celâl-i ve’1-İkrâm, el-Muksit, el-Cami’, el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni, ed-Dârr, en-Nâfi’, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedi’, el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşid, es-Sabûr.
Ayet ve hadisteki isimlerden amaç, hilâfsız olarak isimlendirmektir. Bu isimlerden bir kısmı zatından, bir kısmı sıfatından, bir kısmı fiilinin sıfatından dolayı ona verilmiştir. Alimlere göre, bu isimler tevkifidir. Cenab-ı Hakk’a, Kur’an’da ve sünnette olmayan bir isim verilmez, meselâ refik, sehiyy, âkil gibi.
“Onun isimlerinde eğriliğe sapanları terkedin”: Yani onun isimlerinde, lafız veya manalarında haktan başka yollara -değiştirmek, yorumlamak, yalanlamak, ya da noksan veya fazla mana vermek veya güzellik vasfına ters mana vermek gibi- meyletmek suretiyle sapan kimseleri terkedin.
Sapma üç türlü olur:
1- Müşriklerin yaptığı gibi değiştirmekle: Nitekim onlar, isimlerin taşıdığı manaların dışına çıkarak, o isimleri putlarına isim verdiler. Lat ismini Allah’tan, Uzza ismini Aziz’den, Menât ismini Mennân’dan türettiler.
2- Ziyadelik -teşbih- ile: Nitekim Müşebbihe, Allah’ın izin vermediği şeylerle O’nu vasıflandırdılar.
3- Noksanlık -ta’til ile: Nitekim Muattıla, onun vasıflandığı isimleri atarlar. Bazı kimseler de, Allah’a, kendi ismi olmayan isimlerle dua ederler, o isimleri verirler.
İşte bu sebepten bunlar, amellerinin cezasını görecekler ve daha dünyada ahirete gitmeden önce cezalandırılacaklar. [2][96]