VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 141. VE 144. AYET-İ KERİMELER

Allah’ın Kudretinin Apaçık Delilleri
141- Ve O, çardaklı ve çardaksız bağları, tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan, yetiştirendir. Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin, hasat edildiği zaman da hakkını verin ve israf etmeyin, çünkü O israf edenleri sevmez.
142- O, davarlardan yük taşıyacak ve döşek yapılacakları da yaratandır. Allah’ın size verdiği nzıktan yiyin, şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.
143- Sekiz çift. Koyundan iki, keçiden iki. De ki: “İki erkeği mi iki dişiyi mi veya iki dişinin rahimlerinde bulunanları mı haram kıldı?” Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bana bilgiye dayanarak haber verin.
144- Deveden de iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi iki dişiyi mi veya iki dişinin rahimlerinde bulunanları mı haram kıldı? Yoksa Allah size bunları buyururken siz hazır mıydınız?” İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
Nüzul Sebebi
“… hasat edildiği günde hakkını verin.” mealindeki 141. ayetin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerîr -Taberî, Ebul-Aliye’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İnsanlar zekâtın dışında bir şeyler veriyor idiler. Daha sonra bu konuda israfa yöneldiler. Bunun üzerine şu: “Ve israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez” buyruğu nazil oldu. Yine ondan rivayete göre o şöyle demiştir: Hasat günü zekâtın dışında bir şeyler veriyorlardı. Daha sonra bu hususta birbirleriyle yarışmaya koyuldular ve israfa yöneldiler. Bunun üzerine Yüce Allah “Ve israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez” buyurdu.
Yine Taberî, İbni Cüreyc’den şöyle dediğini rivayet eder: Bu ayet-i kerime Sabit b. Kays b. Şemmâs hakkında nazil olmuştur. O, bir hurma ağacının meyvelerini topladı ve şöyle dedi: Bu gün kim gelirse mutlaka ona yedireceğim. Akşama kadar gelene yedirdi ve yanında bir şey kalmadı. Bunun üzerine Yüce Allah “İsraf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez” diye buyurdu.[1][33]
Açıklaması
Yüce Allah müşriklerin tutarsız ve asılsız görüşleriyle tasarruflarda bulunduğu ve bu görüşlerine dayanarak paylaştırıp bir kısmını haram, bir kısmını helâl kıldıkları ekin, mahsul ve davar türünden her şeyin yaratıcısı olduğunu beyan ederek şöyle buyurmaktadır: “Ve O, çardaklı ve çardaksız bağları… yetiştirendir.”
Yani ister çardaklar üzerinde yükselip ağaç gibi büyütülen asmalar olsun ister bağlar ve bahçeler olsun hepsini var edip yaratan O’dur. Çardak, çatı şeklinde yapılan ve üstlerine asma dallarının yerleştirildiği çubuklardır. Çardak-sızlar ise yere bırakılan yahut da gövdeleri üzerine yükseldiği için çardağa ihtiyacı bulunmayan diğer meyve ağaçlandır. Bizzat üzüm ağaçlarının kimisi çardaklıdır, kimi çardaklı değildir. Aynı şekilde hurma ağaçlarını, tadı, rengi, kokusu ve şekli değişik ekinleri yaratan da O’dur. Özellikle hurma ağaçlarının müstakil olarak zikredilmesi, Araplarca bunun çokça görülmesi ve güzelliği dolayısıyladır. Bütün parça ve bölümleriyle çokça faydalı olmasından ayrıca yaprağının bütün mevsimlerde dökülmemesinden de kaynaklanmıştır. O kadar ki hadis-i şerifte mümin kişi de hurma ağacına benzetilmiştir.
Şam yüce Allah çeşitli ekin ve tadları farklı mahsulleri yaratandır. Burada tadlan farklı (el-ukül) tabiri yenilen meyve ve mahsul demek olup Ademoğ-lunun hayatının onlara bağlı bulunduğu yenilecek şeylerdir. Ayrıca bu, yaz kış ekilen her şeyi kapsamına almaktadır. Hurma ve ekin gibi tadları değişik şeylerin özellikle söz konusu edilmesi onların üstünlükleri dolayısıyladır.
Bu yiyecek türleri, besleyicilik ve insanların temel gıda ihtiyaçlarını karşılayıcı özellikleri bakımından diğer mahsullerden daha faydalı ve insanlar arasında muteber yiyeceklerdir. Çünkü tahıllar temel gıda maddeleridir.
Ayrıca Yüce Allah zeytin ve nar ağaçlarını görünüş itibariyle birbirine benzer fakat yenmeleri ve tad itibariyle birbirinden farklı olarak yaratmıştır.
Bütün bu çeşitler aynı su ile sulanıp aynı toprakta yetiştikleri halde her bir türünün diğerinden tad, renk, koku ve olgunlaşma zamanı itibariyle farklılıkları vardır. Bu farklılıklar, insanın soğuk, sıcak ve ılımlı dönemlerdeki ihtiyacına uygundur. Bu ise yaratıcının bunlara olan kudretinin delilidir. Bütün bu çeşitler, bunları yaratıcının yoktan var ediciliğini göstermektedir. Bütün bunları yapan ise uygun rızkı vermek, uygun serî hükümleri, yasaları koymak bakımından bir tek ve eşsiz olan Allah Teâlâ’dır.
Yüce Allah bu nimetleri insanlara mubah kılmış ve onlara bu nimetleri ihsan etmek suretiyle lütufta bulunduğunu belirterek minnet etmiştir. Yüce Allah buyuruyor ki: “Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin.” Yani Allah’ın bitirip yetiştirdiği bu bitkilerden mahsul verdiği vakit olgunlaşmamış olsa dahi yiyebilirsiniz. Burada “mahsul verdiği zaman” kaydının yer almasının faydası, bunlara sahip olan kimsenin Yüce Allah’ın hakkı olan zekâtın eda edilmesinden önce de bunları yemesinde ruhsat bulunduğunu ifade etmesidir.
Daha sonra ise alınan bu mahsullerde yerine getirilmesi gereken mükellefiyet zikredilmektedir ki, bu da farz olan zekâttır. Yüce Allah bunu ifade etmek üzere, “Hasat edildiği günde hakkını verin” diye buyurmaktadır. Yani hasat gününde ondan, farz olan zekâtı ayırın. Bunun vakti ise, olgunlaşmasından sonra koparılıp toplanma zamanıdır. Bunun ardından da tane ile samanı birbirinden ayırmak için dövme vakti gelir. Üzümün toplanması, hurmaların derilmesi, meyvelerin koparılması da “hasat edildiği zaman’ kapsamına girer. Farz olan hak, yağmur ile sulanan şeylerde öşür, nehir, kuyu ve buna benzer kaynak sularıyla sulananlarda ise öşrün yansıdır. Şer’an belirlenen bu hak, hak sahiplerine verilir. Bunlar ise akrabalar, yetimler ve yoksullardır.
Mahsullerde yerine getirilmesi gerekene hak ile ilgili olarak ilim adamlarının iki görüşü vardır. İbni Abbas der ki: Burada kasıt farz olan zekâttır ki bu da öşür veya öşrün yarısı (yani yirmide bir) dır.
Yine İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre -ki bu Said b. Cübeyr’in de görüşüdür- o şöyle demiştir: Hasat günü yoksullara bu miktar sadaka olarak verilmiyordu. Aksine bu miktar, tayin edilmeksizin vacip bir görevdi. Çünkü bu ayet-i kerime Mekke’de inmiştir. Zekât ise Medine’de farz kılınmıştır. Böylelikle öşrün ve öşrün yansının farz kılınması suretiyle -ki bu da zekâttır- bu vacip neshedilmiş oldu.
Ayetin Medine’de indiği ve doğrusunun bundan kastedilenin farz zekât olduğu da söylenmiştir. Buna göre anlam şöyle olur: Sizler hasat günü hakkı vermeye karar veriniz, maksadınız bu olsun ve bunun için gayret gösteriniz. Ta ki bu verme işinin mümkün olabileceği ilk vakitten sonrasına onu bırakmayası-nız.
Daha sonra Kur”an-ı Kerim bilinegelen yöntemine dikkat çekmektedir ki bu da işlerde orta yolu seçmek ve her hususta itidali elden bırakmamaktır. İşte Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve israf etmeyin…” yani Allah’ın size verdiği rızıktan yemekte aşırıya kaçarak israfta bulunmaksızın yiyiniz. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Yiyiniz, içiniz ve israf etmeyiniz. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31). Aynı şekilde sadaka vermekte de aşırıya giderek israf etmeyiniz. Nitekim Sabit b. Kays b. Şammâs’tan rivayet edildiğine göre o, beşyüz hurma ağacının meyvesini toplamış ve hepsini dağıtmıştı. Bunlardan evine hiç bir şey girmemişti. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve elini büsbütün de açıp savurma! O takdirde kınanmış ve yaptığına pişman olarak oturup kalırsın.” (İsra, 17/29).
Zührî de der ki: Bunun anlamı şudur: Allah’a masiyet uğrunda harcamayınız. Buna benzer bir rivayet Mücahid’den de yapılmıştır. İbni Ebi Hatim ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Mekke’deki Ebu Kubeys dağı altın olsa ve bir kimse bunu Allah’a itaat uğrunda harcayacak olsa o israf etmiş olmaz. Bununla birlikte Yüce Allah’a isyan uğrunda tek bir dirhem dahi harcayacak olsa israf etmiş olur.” İşte bu görüşten hareketle bazı hikmet sahibi kimseler şöyle demiştir: “Hayırda israf yoktur, israfta da hayır yoktur.”
Gerçek ise şudur: İsraf, her hususta, hayırda olsun başka alanlarda olsun bir hatadır. İster yemekte, ister tasaddukta olsun fark etmez. Çünkü her insanın kendisine, aile halkına, yakınlarına, çoluk çocuğuna gereken nafakayı vermesi vaciptir. Hatta kendi çocukları bulunmadığı halde gelirinden gelecekte ortaya çıkacak ihtiyaçlarına harcamak için bir şeyler saklaması övülen bir iştir; ta ki kendisi başkalarının sırtından geçinen, başkalarına yük olan bir kimse durumuna düşmesin. Bundan dolayı savurgan, sefih kişi şer’an hacr altına alınır (tasarrufları kısıtlanır); onun harcamaları hayır yolunda da olsa aynı şey uygulanır. Sahih-i Buhari’ de muallak olarak şöyle bir rivayet yer almaktadır: “İsrafa sapmaksızın, büyüklenmek kastı da olmaksızın yiyiniz, içiniz ve giyininiz.”
Yüce Allah’ın lütuf, rahmet ve nimetinin kemalindendir ki ey insanlar, O sizin için davarları (ki bunlar deve, sığır ve koyun türleridir) yük taşımaya elverişli büyükleriyle; henüz süt emen deve yavruları, koyun ve keçi gibi küçük-leriyle -ki bunlar “döşek yapılacaklar” diye kendilerinden söz edilenlerdir ve yeryüzüne kesilmeleri için yayılanlar, kıllarından, tüylerinden, yerde yayılan döşek ve yaygılar ile giyilecek elbiseler çıkartılan küçükleridir- yaratmış olmasidir. Bu da Yüce Allah’ın bir başka ayetteki şu buyruğunu andırmaktadır: “Görmezler mi ki şüphesiz bizler onlar için ellerimizin yaptığından davarlar yarattık da onlar bunlara sahiptirler. Biz bu davarları kendilerine boyun eğdirdik, onlardan bazılarına binerler, kimisinden de yerler. “(Yasin, 36/71-72); “Şüphesiz davarlarda sizin için bir ibret vardır. Biz onların karınlarından dışkı ile kan arasından içenler için içimi kolay, halis bir süt içiriyoruz.” (Nahl, 16/66).
Daha sonra Yüce Allah tıpkı ekinleri mubah kıldığı gibi davarlardan yemenin de mubah olduğunu tekrar ifade ederek şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın size verdiği rızıktan yiyin.” Yani sizler ekin ve meyvelerden yediğiniz gibi, bu davarlardan da yiyiniz. Çünkü onların hepsini yaratan Allah’tır, size bunları rızık kılan da O’dur. Şer’an mubah olan diğer yararlanma türleriyle de bunlardan yararlanınız.
Fakat şeytanın adımlarına yani onun yol ve emirlerine uymayınız. Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği meyve, ekin ve davarları Allah’a iftirada bulunarak haram kılan müşriklerin şeytanın adımlarına uyduğu gibi siz ona uymayınız. Sakın Allah’ın size haram kılmadığı bir şeyi haram kılmaya kalkışmayınız. Çünkü böyle bir iş şeytanın aldatmasının bir sonucudur. Allah sizlere bunları haram kılmıştır. Teşrî, helâl ve haram kılma kaynağı ise Allah’tan gelen buyruklardır. Çünkü bütün varlıkları yoktan var eden, yaratan O’dur; bunlarda tasarruf hakkı O’nundur. O’ndan başka herhangi bir kimsenin kendi görüşüne dayanarak haram ve helâl kılma selahiyeti yoktur.
Ey insanlar! Şüphesiz ki şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır. Yani o, düşmanlığı gayet açıkça görülen birisidir. O sizlere ancak kötülüğü, hayasızlığı ve münkeri emreder. Nitekim Yüce Allah’ın şu buyrukları bu anlamlan ifade eder: “Muhakkak şeytan sizin bir düşmanınızdır. Siz de onu düşman edininiz. O kendi taraftarlarını cehennemliklerden olsunlar diye davet eder.” (Fâtır, 35/6); “O sizlere ancak kötülüğü ve hayasızlığı, Allah hakkında da bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara, 2/169).
Yük taşıyan ve yünlerinden döşek yapılan davarlar sekiz gruptur. Yük taşıyanlar deve veya inek cinsindendir. Yün ve kıllarından döşek yapılanlar ise ya koyun veya keçi türündendir. İşte bu dört kısmın her birisi erkek ve dişi olmak üzere iki tanedir. Allah koyun türünden koç ve koyun olmak üzere çift, keçi türünden de erkek ve dişi, deve türünden de erkek ve dişi, sığır türünden de öküz ve inek olmak üzere ikişer tür yaratmıştır.
Artık ey Peygamber! Sen de Arap müşriklerine onların davarları bahire, sâibe, vasîle, hâmî ve buna benzer uydurdukları şekildeki paylaştırmalarını reddeden bir üslûpla de ki: Söyleyin bakalım, Allah koyun ve keçi türünün erkeklerini mi, yoksa dişilerini mi haram kıldı? Yoksa bu iki türün dişilerinin gebe kaldığı yavrularını mı haram kılmıştır? Bunun anlamı ise şudur: Rahimde erkek veya dişiden başka tür olur mu? Siz ne diye bunların bir kısmını haram bir kısmını helâl kılıyorsunuz? Bana kesin bir şekilde delile dayalı olarak haber veriniz, Allah sizlere iddianız olan bahîreyi, şaibeyi, vasîleyi, hâmîyi ve buna benzer şeyleri ne şekilde haram kıldı? Allah’ın Kitabından yahut peygamherlerden herhangi birisinin haberinden hareketle bu haram kılmaya delâlet edecek bir belgeyi bildirin bana; eğer haram kılmak iddiasında doğru söyleyen kimseler iseniz.
Gerçek şu ki: İslâm’dan önce cahiliye döneminde Arapların davarlarını bu şekilde kısımlara ayırmalarının hiç bir mantığı yoktur. Onlar hangi mantığa göre bunların bir kısmını haram bir kısmını helâl kılıyorlardı? Eğer bu davarların erkek olanları haram idiyse bütün erkeklerinin haram olması gerekirdi. Eğer haram kılınanlar dişileri idiyse bütün dişilerinin de haram olması icap ederdi. Şayet bu haram kılman davarlar dişilerin rahimlerinde bulunan ceninler ise -ki ceninler erkek de olur dişi de olur- o takdirde doğan bütün yavruların haram kılınması gerekirdi.
Yüce Allah ise bu türlerde herhangi bir şeyi haram kılmış değildir. Şüphesiz bunlar haramlık iddiasında yalan söylemektedirler. Dünyada Allah’a yalan iftirada bulunarak Allah’ın haram kılmadığı bir şeyin haram olduğunu iddia eden, insanları saptırmak için de Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi harama nispet eden kimseden daha zalim hiç bir kimse yoktur. Bu tür haram uygulamaları başlatan ise bahîreleri, şaibeleri, vasîleleri, hamileri ilk olarak ortaya koyan ve peygamberlerin dinini değiştiren Amr b. Luhay b. Kamia’dır. Şüphesiz Allah kendilerine zulmederek, Allah’ın teşrî etmediği şeyleri teşrî edip yasa haline getiren zalim toplulukları hakka ve hayra asla iletmez.
Daha sonra Yüce Allah bu tavırlarına daha ağır bir tepki göstermekte ve onların bu halleriyle alay edercesine şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa Allah size bunları buyururken siz hazır mıydınız?…” Sizler Rabbi-nizin huzurunda iken mi Allah sizlere bu haramları tavsiye etti de kendiliğinizden ortaya çıkardığınız, iftira ettiğiniz Allah’ın haram kılmadığı şeyleri haram kılmayı emretti? Şüphesiz ki bu yaptığınız mutlak bir iftira, Allah’a karşı bir yalandır. Mutlak bir cehaletten hareketle insanları saptırmak kasdıyla Allah’a karşı yalan uydurup iftira edenden daha zalim hiç bir kimse olamaz. Şanı yüce Allah ise bu zulmün bir cezası olmak üzere kendisine yalan iftirada bulunanlara doğruya ulaşma başarısını vermez, böylelerini hak ve adalete iletmez, aksine bunları doğruyu ve insanların maslahatına olan şeyleri idrak etmekten alıkoyar. [2][34]