sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 148. VE 150. AYET-İ KERİMELER

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 148. VE 150. AYET-İ KERİMELER
Ekim 19, 2025 09:57
A+
A-

Müşriklerin, Şirki Ve Haram Kılmaya Dair Asılsız Hükümlerini Allah’a Nispet Etmeleri Ve Bu İddialarının Çürütülmesi

 

148- Şirk koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi biz de atalarımız da şirk koşmazdık, hiç bir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de bi­zim azabımızı tadana kadar böyle ya­lanladılar. De ki: “Yanınızda bize çı­kartıp gösterebileceğiniz bir bilgi var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan uyduruyorsunuz.”

149- De ki: “Üstün ve yeterli delil Al­lah’ındır. Eğer o dileseydi hepinizi bir­den hidayete kavuştururdu.”

150- De ki: “Allah’ın bunu haram kıldı­ğına dair şehadet edecek şahitlerinizi getirin.” Eğer onlar şahitlik ederlerse sen onlarla beraber şehadet etme! Ayetlerimizi yalanlayanların, ahirete inanmayanların hevalanna uyma! On­lar Rablerine (başkalarını) denk tutu­yorlar.

 

Açıklaması

 

Bu, müşriklerin şirk koşmalarında haram kıldıkları şeyleri haram kıl­mak hususunda sıkı sıkıya yapıştıkları bir şüpheleridir. Şüphesiz Yüce Allah onların içinde bulundukları şirke muttali olduğu gibi haram kıldıkları şeyleri de bilmektedir. Böylelikle Yüce Allah onların söyleyeceklerini haber vermekte­dir.

Onlar derler ki: Kendilerinin de şirk koşmaları, atalarının da şirk koşma­ları Allah’ın helâl kıldığı ekin ve davarları haram kılmaları da hep Allah’ın di­lemesi ve iradesi iledir. Şayet Allah’ın dilemesi olmayacak olsaydı bunların hiç birisi olmazdı. Bu ifadeler tıpkı Cebriye mezhebinin söylediği gibidir.

Bu ayet-i kerimenin bir başka benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Şirk koşanlar dediler ki: Allah dileseydi biz de, atalarımız da O’ndan başka hiç bir şeye ibadet etmezdik. O’nun emri dışında hiç bir şeyi haram kılmazdık. İşte onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.” (Nahl, 16/35); “Rahman dileseydi biz onlara ibadet etmezdik (derler). Bu hususta onların hiç bir bilgileri yoktur. Onlar ancak yalan söylüyorlar.” (Zuhruf, 43/20).

Yüce Allah onların bu şüphelerini, “Onlardan öncekiler de bizim azabımızı tadana kadar böyle yalanladılar” buyruğu ile reddetmektedir. Yani şu Arap müşrikleri ile Mekkelilerin peygamberi Allah’ın vahdaniyetini ve ilâhlığım is­patlaması konusunda şeriat koymayı, helâl ve haram kılma yetkisini yalnız ona verip şirki reddetmesi ve çürütmesi hususunda yalanladıkları gibi, bunlar­dan öncekiler de kendi peygamberlerini ilim ve akla dayalı hiç bir esasa bağlı olmaksızın yalanlamışlardı.

Bunun sebebi ise onların, peygamberlerin getirdiklerini yalanlamaları, bunlar üzerinde durup düşünmemeleridir; durup düşünecek yerde onlardan yüz çevirmeleridir. Diğer taraftan, eğer onların söyledikleri o sözler doğru ol­saydı, Allah küfürleri sebebiyle onları cezalandırmazdı. Çünkü Yüce Allah adil­dir. Eğer onların küfre götüren davranışları Allah’ın zorlama ve baskısı sonucu ortaya çıkmış olsaydı, bu yaptıklarından dolayı cezalandırılmayı hak etmezler­di. Ayrıca Yüce Allah da Kur”an-ı Kerim’de, “Günahları sebebiyle onları azap ile yakaladık, zulüm ve küfürleri sebebiyle onları helak ettik” gibi buyruklarını defalarca tekrarlamazdı.

İşte Yüce Allah’ın, “Bizim azabımızı tadana kadar” buyruğunun anlamı budur; yani yalanlamaları sebebiyle onlar üzerine azap indirinceye kadar. Bu ise onların küfürlerinin, şeriata aykırı olarak helâl ve haram kılmalarının biz­zat kendi tercih ve iradeleri ile olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Yü­ce Allah imanı ilham etmeye, kendileriyle küfür arasına engel koymak sure­tiyle tavırlarını değiştirmelerine kadir idi. Onların takındıkları bu tavır da ay­nı şekilde Allah’ın iradesi ile olurdu. Zira kâinatta Allah’ın meşiet ve iradesi ol­maksızın hiç bir şey meydana gelmez.

Daha sonra Yüce Allah peygamberine ileri sürdükleri iddialarına dair de­lil getirmelerini istemesini emretmekte ve şöyle buyurmaktadır: “De ki: Yanı­nızda bize çıkartıp gösterebileceğiniz bir bilgi var mı…” Yani sizlerce gerçekten söylediğinize uygun delil olabilecek bilinen bir husus ve açık bir belgeniz var mıdır? Bunu bize çıkartıp gösterebilir ve biz de onu kavrayalım diye açıklaya­bilir misiniz? Böyle bir soru onlarla bir çeşit alay etmektir. Söyledikleri bu söze delil getirmenin imkânsız olduğunu açıklamak ve iddiaları dolayısıyla onları azarlamak içindir.

Onların gerçek durumları ise Yüce Allah’ın buyurduğu gibi, “Siz ancak zanna uyuyorsunuz…” şeklindedir. Yani söylediğinize ve tabi olduğunuza dair vehim, hayal, yanlış inanış dışında gösterebileceğiniz bir delil ve bir belgeniz yoktur. Sizler ancak bu iddialarınızla Allah’a yalan uydurmaktasınız.

Daha sonra Yüce Allah hak din lehine apaçık delili getirme gücünün zatı­na has olduğunu ifade ederek şöyle buyurmuştur: “De ki: Üstün ve yeterli delil Allah’ındır…” Yani ey Peygamber! Şu cahil müşriklere ikna edici delili getir­mekten yana acze düşmelerinden ve iflas etmelerinden sonra de ki: Dilediği gerçekleri ispatlamak ve batılı çürütüp inanç esaslarını, isabetli şeriat ve hü­kümleri ispatlamak, peygamberlerini kendileriyle desteklediği pek çok mucize ve ayetlerle şahsî kanaatiniz olan görüşleri çürütüp ortadan kaldırmak için olan mükemmel ve eksiksiz delil, Allah’ındır.

Eğer Yüce Allah sizi de başkalarını da bütün insanları da öğretmek, irşat etmek, düşünmek ve istidlalde bulunmaksızın hidayete erdirmek isteseydi, el­bette bunu yapar ve sizlerin tıpkı melekler gibi fıtrî olarak iman etmenizi sağ­lardı. Böylelikle sizin seçimde bulunmak hususunda herhangi bir rolünüz, bir iradeniz, hayır ile şer, hak ile batılı ayırd etmeniz söz konusu olmaz; yine size muhalefet edenlerin takınacakları tavır da Allah’ın dilemesi ile olurdu. O halde bunlara düşmanlık etmeniz doğru değildir. Size düşen onları da uygun bulmak, onlara muhalefet etmemektir. Çünkü meşiet aynı zamanda sizin üzerinde bu­lunduğunuz hali de onların üzerinde bulundukları hali de bir arada istemekte­dir.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Allah dileseydi hepsini hidayet üzere toplardı.” (En’am, 6/35); “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzün­de bulunanların hepsi toptan iman ederdi. Sen insanları iman edenler olunca­ya kadar zorlayacak mısın?” (Yunus, 10/99).

Daha sonra Yüce Allah peygamberine müşriklerden haram kıldıkları bu şeylerin Allah tarafından haram kılındığına dair iddialarının doğruluğuna ta­nıklık edecek şahitler getirmelerini istemesini emrederek, “De ki: Allah’ın bu­nu haram kıldığına dair şahadet edecek şahitlerinizi getirin…” diye buyurmak­tadır. Yani Allah’a yalan uydurarak haram olduklarını iddia ettiğiniz bu şeyleri Allah’ın haram kıldığını, gözleriyle gördüklerine dair lehinize şahitlikte bulu­nacak şahitlerinizi getiriniz.

Bunların şahitlik edecekleri var sayılsa bile, sen onları doğrulama, bu de­diklerini kabul etme, onların şahitliklerine razı olma! Çünkü onların dedikleri­ni kabul edecek olursa tıpkı onlarla birlikte aynı şahitlikte bulunmuş gibi olur ve o da onlardan bir kişi durumuna gelir. Çünkü onlar durum bu iken yalan ve iftira yoluyla şahitlik edeceklerdir. O halde onlar yalan yere şahitlik eden kim­selerdir. Ayrıca Allah’ın birliğine ve rabliğine delâlet eden Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin nevalarına tabi olma. Ki bu ayetlerin bir kısmı, teşrî (yasa koyma), helâl ve haram kılma hakkının yalnız Allah’a ait olduğunu orta­ya koymaktadır ve sen ayrıca ahiretin geleceğine inanmayanların, nevalarının peşinden giden şu cahillerin ardından gitme. Bunlar ahirete inanmadıkları için konu ile ilgili deliller kendilerine sunulduğu zaman bu delillere kulak vermez­ler. Hem onlar Rablerine ortak koşanlardır. Hayır sağlamak, zararı önlemek, hesap görmek, amellerin karşılığını almak hususunda onlar Allah’a denk ve or­taklar koşarlar. [1][37]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.