VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 31. VE 32. AYET-İ KERİMELER
Süsün, Hoş Ve Temiz Olan Yiyecek Ve İçeceklerin Mübahlığı
31- Ey Ademoğulları! “Her mescide gidişte ziynetlerinizi alın; yiyin, için ama israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
32- De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir. Kıyamet günü ise yalnız onlaradır. İşte biz ayetlerimizi, bilen bir topluluğa böylece açıklarız.”
Açıklaması
Ey Ademoğulları! Namaz veya tavaf olsun, her ibadet edeceğiniz vakit ziynetinizi takınınız ve o zaman elbiselerinizi giyininiz. Burada ziynetten kasıt güzel elbiselerdir. Asgarisi ise avreti örten miktardır. Çünkü namaz ve tavaf sırasında avretin örtülmesi vaciptir. Avretten olmayan bölümlerin örtülmesi ise sünnettir, vacip değildir. Erkeğin avreti daha önceki ayetlerde de öğrendiğimiz gibi, göbek ile diz kapağı arasında olan bölümdür. Kadının avreti ise yüz ve elleri dışında bütün bedenidir.
Elbise gelişmiş bir uygarlık görünümüdür. Elbise giyme ve avreti örtme emri İslâm’ın güzellikleri arasındadır. Arap kabilelerini ve onların dışında kalan diğer Afrikalıları ve benzerlerini ilkellikten, gerilikten, vahşilikten uygarlığa taşıyan İslâm olmuştur.
Tesettürün vacip oluşu hususunda ayetin muhtevasını Taberânî ve Beyha-kî’nin İbni Ömer’den yaptıkları şu rivayet de teyit etmektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Sizden herhangi bir kimse namaz kıldığı vakit (alt ve üst olmak üzere) iki elbisesini giyinsin. Çünkü şüphesiz Aziz ve Celil olan Allah, kendisi için süslenilenler arasında buna en lâyık olandır. Eğer o kimsenin iki elbisesi yoksa, bu sefer namaz kıldığı takdirde belden aşağısını örten izarını kullansın ve sizden herhangi bir kimse Yahudilerin örtüye sarındıkları gibi namazda da sarınmasın.”
Şafiî, Ahmed ve Buharî de Ebu Hureyre’den Resulullah (s.a.)’m şöyle buyurduğunu naklederler: “Sizden herhangi bir kimse omuzunda ondan herhangi bir parça bulunmaksızın tek bir elbise içerisinde namaz kılmasın.”
Daha sonra Yüce Allah israfa gitmeksizin yemeyi, içmeyi mubah kılmak üzere şöyle buyurmaktadır: “Yeyin, için ama israf etmeyin…” Hoş ve lezzet alınan şeylerden yeyiniz, içiniz. Fakat bunlarda israfa gitmeyiniz. Aksine, israfa ve cimriliğe gitmeden itidali elden bırakmayınız. Sakın yeme ve içme hususunda helâl sınırlarını aşarak harama düşmeyin. Şüphesiz Allah yeme ve içmede israf edip haddi aşanları sevmez. Yani sonunda zarara götüren israftan dolayı onları cezalandırır.
İmam Ahmed Abdullah b. Amr’dan Resulullah (s.a.)’m şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Yiyin, için, giyinin ve tasadduk da yapın. Büyüklenip böbürlen-meksizin ve israfa sapmaksızın bunları yapın. Şüphesiz Allah kulunun üzerinde nimetinin etkisini görmeyi sever.”
Nesaî ve İbni Mace de yine Abdullah b. Amr’dan şu lafızla rivayet etmektedir: “Yeyin, tasadduk edin ve giyinin; ancak israfa sapmayın ve böbürlenmeyin.”
İmam Ahmed, Nesaî ve Tirmizî de -Mikdam b. Ma’dîkerib’den şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.)’ı şöyle buyururken dinledim: “Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmuş değildir. Ademoğluna bünyesini ayakta tutacak yiyeceği birkaç lokma yeterlidir. Eğer mutlaka (fazla) yiyecekse o halde (karnının) üçte birini yemeğine, üçte birini içeceğine, üçte birini de nefesine ayırsın.”
Seleften bazısı şöyle demiştir: Allah tıbbın tümünü yarım ayette bir araya getirmiştir: ‘Yeyin, için ama israf etmeyin.” Nakledildiğine göre er-Reşîd’in oldukça maharetli Hristiyan bir doktoru vardı. O, Ali b. el-Hüseyin’e, “Sizin Kitabınızda tıp ilminden herhangi bir şey yoktur. Halbuki ilim iki türlüdür: Din ilmi ve beden ilmi” dedi: Ali ona şu cevabı verdi: “Allah tıbbın tümünü Kitabımızda yarım bir ayette bir araya getirmiştir.” O, “Bu hangisidir?” diye sorunca Ali şu cevabı verdi: “Yüce Allah’ın, ‘Yeyin, için ama israf etmeyin” buyruğudur.” Bu sefer Hristiyan doktor “Peki sizin peygamberinizden tıbba dair bir şey nakledil-memektedir” deyince Ali şöyle dedi: “Allah Rasulü de tıbbı birkaç kelimede özetlemiştir.” “Bunlar Hangileridir?” diye sorunca, “Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmuş değildir. Ademoğluna bünyesini ayakta tutacak bir kaç lokmacık yeterlidir” diyerek hadisi zikretti. Bu sefer Hristiyan doktor şöyle dedi: “Kitabınız da peygamberiniz de Calinos’a tıp namma bir şey bırakmadı.” [1][14]
Buharî der ki: İbni Abbas dedi ki: “Dilediğini ye, dilediğini iç. Elverir ki şu iki hasleti de ihmal etmeyesin: İsrafa kaçmamak ve kibirlenmemek.”
İsraf her hususta haddi aşmaktır. Yüce Allah ise helâl kıldığının helâl bilinmesini, haram kıldığı şeyin de haram bilinmesini sever, işte emrettiği adalet de budur. O bakımdan açlık, susuzluk, fazla tokluk, fazla içmek gibi tabiî sınırın aşılması doğru değildir. Maddî hususta da bu böyledir. Nafaka kişinin gelirini tamamıyla tüketmeyecek şekilde belli bir oranda olmalıdır. Sert sınırlarda da bu böyledir. Allah’ın haram kıldığı meyte, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilmiş olan ve şarap gibi şeylerin kullanılması da -zaruret hali dışında- caiz değildir. Altın ve gümüş kaplarda yemek içmek helâl olmadığı gibi, tabiî ipek giymek, yahut erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesi de helâl olmaz.
Buna göre cimrilerin yaptıkları da, israfa sapan lüks ve debdebe içerisinde yaşayanların yaptıkları da şer’an yapılmaması gereken haramlar arasındadır. İbni Mace, Sünen’ inde Enes b. Malik’ten Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Canının çektiği her şeyi yemen israftandır.”
Yüce Allah da itidal üzere yükselen sünnet ve şeriatını pekiştirerek Allah’tan gelmiş bir şeriata dayalı olmaksızın kendiliğinden bir takım yiyecek, içecek veya giyeceklerden herhangi bir şeyi haram kılanların tutumlarını reddederek şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti… kim haram kılmış?”
Yüce Allah bu şekilde mubahları haram kılan kimselerin tutumlarını reddetti ve peygamberine kendi tutarsız görüş ve bidatleriyle bir takım şeyleri haram kılan bu müşriklere yaptıklarını red eden bir eda ile şöylece sormasını emretti: Allah’ın temel maddelerini kullan için yaratmış olduğu ve onlara vermiş olduğu ilham ile fıtratlarında yaratmış olduğu kabiliyetlerle bunları nasıl kullanıp işleyeceklerini, bunlardan nasıl yararlanacaklarını öğrettiği süsleri, hoş ve temiz nzıklan kim haram kıldı? Bunlar asıl itibariyle dünya hayatında Allah’a iman edip O’na ibadet edenler için yaratılmıştır ve onların hakkıdır. Onlardan başkaları bu hususta onlara tabidir. Dünyada fiilen kâfirler bunlarda müminlere ortak olsalar dahi kıyamet gününde bütün bunlar müminlere has olacaktır. Kâfirlerden kimse onlara bu hususta ortak olamayacaktır. Çünkü cennet kâfirlere haram edilmiştir.
İşte ziynet ve temiz şeylerin hükmüne dair yaptığımız bu eksiksiz ve mükemmel açıklamalar gibi şeriatın ve dinin kemaline, peygamberin doğruluğuna ve şeriatın tamlığına delâlet eden ayetleri, toplumsal ve nefsî bilgileri, tıbbı, insanların maslahatlarını bilen ve bunlar üzerinde düşünüp gerekli öğüt ve ibretleri alan bir topluluğa böylece açıklıyoruz; yoksa insanın, uygarlığın ve ümranın ilerlemesi için gerekli bilgi ve teknikleri bilmeyen bir topluluğa değil. Buna göre Yüce Allah’ın “İşte biz ayetlerimizi… böylece açıklarız” buyruğunun anlamı şudur: Ben size helâl ve haramı bu şekilde genişçe açıkladığım gibi, duyacağınız diğer şeyleri de sizlere böylece açıklıyorum.
İşte bütün bunlar İslâm’ın, ruhî olgunluğun ve kusursuz akidenin, ahlâkî üstünlüğün, hayatın zorluklarına galip gelmek için gerekli bedenî ve ruhî gücün, Allah’ın yeryüzünde yerine halife tayin etmiş olduğu, göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendisine müsahhar kıldığı insanın misyonunu yerine getirmesinin dini olduğunun delilleri arasındadır. İşte Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O yerde ne varsa hepsini sizin için yaratandır.” (Bakara, 2/29); “Allah’ın göklerde ne varsa size müsahhar kıldığını görmez misiniz?” (Lokman, 31/20). [2][15]