sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 163. VE 166. AYET-İ KERİMELER

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 163. VE 166. AYET-İ KERİMELER
Aralık 5, 2025 09:57
15
A+
A-

Cumartesi Günü Balık Avlamak İçin Yahudilerin Düşündükleri Hile, Emre Muhalefet Edenlerin Cezalandırılması

 

  1. Onlara deniz kıyısındaki o kasaba­yı sor. Hani onlar, Cumartesi gününde haddi aşmışlardı. Çünkü Cumartesi ta­tili yaptıkları gün balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyor, Cumartesi tatili yapmadıkları gün ise gelmiyordu. İşte biz itaattan çıkmakta olduklarından dolayı kendilerini böy­lece imtihan ediyorduk.
  2. Hani içlerinden bir ümmet (toplu­luk): “Allah’ın kendilerini helak edece­ği veya çetin bir azabla cezalandıraca­ğı bir kavme ne diye öğüt veriyorsu­nuz?” dediği zaman, onlar: “Rabbinize özür için. Umulur ki sakınırlar” demiş­lerdi.
  3. Ne zaman ki onlar kendilerine ya­pılan öğütleri unuttular. Biz de onları, kötülükten alıkoymakta sebat edenleri kurtuluşa erdirdik. Zulmedenleri de, yapageldikleri fıskları yüzünden şid­detli bir azabla yakaladık.
  4. Bu suretle onlar serkeşlik ederek alıkondukları şeyleri yapmakta ısrar edince, kendilerine: “Hor ve zelil may­munlar olun” dedik.

 

Olayın Özeti:

 

Rivayet olunduğuna göre, Yahudiler de bizim gibi Cuma günü ile emrolun-muşlardı. Fakat onlar, onu terkederek, cumartesi gününü seçtiler. Bu sebeple, o günle imtihan olunmuşlardır. O gün avlanmaları, kendilerine yasaklandı. O güne saygılı davranmakla emrolundular. Cumartesi günü balıklar sürü ile geli­yorlardı. O kadar çoktular ki, onların çokluğundan adeta su görünmüyordu. Cumartesi günü dışındaysa, hiç balık gelmiyordu. Bu durum bir süre böyle de­vam etti. Sonra İblis geldi ve onlara şöyle dedi: “Siz, Cumartesi günü onları yakalamaktan yasaklandınız. Havuzlar yapın, cumartesi günü balıkları oraya doğru sürersiniz. Onlar oradan çıkamaz ve siz de pazar günü avlarsınız”. İçle­rinden birisi, bir balık yakaladı. Sahildeki bir ağaca kuyruğundan iple bağladı, suya saldı. Sonra pazar günü onu çıkarıp kızarttı. Bunun üzerine komşusu ba­lığın kokusunu aldı, ateş yaktığı yere geldi ve: “Allah’ın yasağını çiğniyorsun. Allah sana azap edecektir” dedi. Fakat o adam, Allah’ın azap etmediğini görün­ce, bir sonraki cumartesi, iki balık yakaladı. Diğer insanlar, hemen azap gel­mediğini görünce, onlar da balık avladılar ve yediler. Sayıları yaklaşık yetmiş bin kişiydi. Şehir halkı üçe ayrıldı: Üçte biri onları nehyetti. Sayıları on iki bin civarındaydı. Üçte biri; “Söz dinlemeyen bir kavme niçin nasihat ediyorsunuz?” dedi. Üçte biri de hata işleyenlerin kendileriydi.

Haddi aşanlar, durumlarından vazgeçmeyince, müslümanlar onlara: “Biz sizinle beraber yaşayamayız” dediler. Bir duvarla şehri ikiye böldüler. Müslü­manların bir kapısı, haddi aşanların da bir kapısı vardı. Hz. Davud onları la­netledi. Nehyedenler bir gün, oturuyorlardı. Haddi aşanlardan hiç kimse dışarı çıkmadı. Her halde bunlara bir şey oldu, dediler. Baktıklarında, onların may­mun olduklarını gördüler. Kapıyı açarak, yanlarına girdiler. Maymunlar, in­sanlardan kendilerine benzer olanları tanıdılar. İnsanlar ise, maymunlardan kendilerine uygun olanları tanımıyorlardı. Maymun kendi benzerine geliyor, onun elbisesini kokluyor ve ağlıyor kendisine: “Biz seni nehyetmedik mi?” de­nildiğinde başıyla “evet” işareti yapıyordu. Gençlerin maymun, ihtiyarların do­muz olduğu söylenmiştir.

Hasan el-Basrî’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Ömürlerini o kadar kötü yediler ki, onları dünyada rezil rüsvay etti, ahirette de, büyük bir azaba maruz bıraktı. Vallahi bir balık tutup da onu yiyen bir toplumun durumu, Allah ka­tında bir müslümanı öldürenden daha büyük olamaz. Fakat Allah’ın bir zama­nı vardır. Zaman hızla yaklaşmaktadır.[1][87]

 

Açıklaması

 

Ey Muhammedi Senin zamanındaki Yahudilerden, Allah’ın emrine muhale­fet eden seleflerinin başlarına geleni sor. Onlar hile yapmalarının, haddi aşmala­rının cezalarını feci şekilde çekmişlerdi. Buradaki soru, azarlama içindir. Pey­gamberimizin çağdaşlarının küfrü, yeni bir şey değil, eskidir. Onların selefleri de, büyük günah işlediler. Allah’ın emirlerine muhalefet ettiler. Onları, sana mu­halefetten sakındır ki, atalarının başına gelenler, onların da başına gelmesin.

Deniz sahilinde bulunan o şehir -Kızıldeniz kenarında Medyen ile Tur ara­sındaki Eyke şehri- halkını onlara sor. Onlar, iş yapmamak ve sırf ibadet et­mek gibi düşüncelerle, hürmet ettikleri cumartesi gününde Allah’ın koyduğu sınırları aşmışlar, Allah’ın emir ve tavsiyelerine muhalefet etmişlerdi. Nehye-dildikleri halde o gün balık avlamışlardı. Hürmet edilen cumartesi gününde balıklar çokça geliyordu. Onları avlamak için bir zahmete de katlanılmıyordu. Cumartesi gününün dışındaysa, balıklar gizleniyor, ortaya çıkmıyorlardı. Bu­nun üzerine onlar da “med” ve “cezir” olayından, yani suların kabarıp alçalma­sından yararlanarak avlanmak için havuzlar yapıp hile yoluna başvurdular.

“Med” sırasında sularla beraber balıklarla dolan havuzlar, “cezir” esnasın­da havuzlarda kalıyorlardı. Böylece onlar da ertesi günü balıkları yakalıyorlar­dı.

Avlanılması yasak günde balıkların ortaya çıkıp, avlanılması helâl gün­de gizlenmeleri şeklindeki imtihanla, biz eskileri imtihan ettiğimiz gibi, çağ­daşlarını da imtihan ederiz. Herkese ameline göre muamele ederiz. Allah’ın sünneti şudur: Kendisine itaat edenin dünya işlerini kolaylaştırır, ahirette de sevap verir. Kendisine isyan edeni de, çeşitli belâ ve musibetlere maruz bırakır.

Onlardan masiyetin zuhuru esnasında şehir halkı üçe bölündü: Bir kısmı isyankârları destekliyordu, bir kısmı onlara karşı çıkıp nasihat ediyordu, bir kısmı da nasihatin faydasına inanmadığı için tarafsız kalıyor ve öğüt verenlere şöyle diyordu: “Cenab-ı Allah’ın helak olmalarına ve yok olmalarına hükmettiği bir topluma neden nasihatta bulunuyorsunuz? Biliyorsunuz ki, Allah onları he­lak edecek, dünya ve ahirette cezalandıracaktır”.

Öğüt verenler, onlara şöyle cevap verdiler: “Biz, kötülük karşısında sus­makla kendimizi kurtaramayacağımız, görevimizi yaptık diyemeyeceğimiz için onlara öğüt veriyoruz. Onların durumlarını düzeltmelerinden, hakka dönmele­rinden ümitsiz değiliz. Belki onlar, içinde bulundukları halden sakınırlar, onu terkederler, tevbe ederek Allah’a dönerler. Allah da onların tevbelerini kabul eder, merhamette bulunur.

Onlar kendilerine yapılan öğütleri unutunca, hata işlemeye devam edip nasihat kabul etmeyince, onları kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Onlar öğüt veren, kınayan kimselerdi. Ancak birinci grup daha güçlüydü. Çün­kü onlar, hem sözle, hem de fiilen kötülüğe engel olmaya çalışıyorlardı. Onun için Kur’an, nehyedenlerin kurtulduğunu açıkça zikretmiştir. İkinci grup ise, sadece kalple inkâr etmişler, onun için Kur’an bunlardan söz etmemiştir. Çün­kü onlar, öğülmeye lâyık değillerdir. Bir günah işlemedikleri için de kötülenme-mişlerdir.

Biz, günah işleyen zalimleri şiddetli bir azapla cezalandırdık. Nehyolun-dukları şeyi terketmeyip öğüt verenlerin nasihatini dinlemedikleri için, Allah onları zelil, hakir maymunlar yaptı. İnsanların reddettiği kimseler oldular. Bu, dünya azabı. Ahiret azabı ise daha şiddetli ve kalıcı olacaktır.

Cumhurun görüşüne göre, sadece balık avladıklarından değil, ama emir­lere karşı çıktıklarından ve isyanda devam ettiklerinden dolayı gerçekten maymunlara çevrildiler. Bugünkü maymunlar onların neslinden midir, yoksa onlar helak olup nesilleri kesildi mi? Ayette, bu hususta kesin bir işaret yok­tur.

Mücahid şöyle demiştir: Bu, onlar suçlan sebebiyle, kötü tabiatlı, şer ve if-sad bakımından tıpkı maymun gibi oldular, demektir.

Tercih edilen görüş, şöyle diyen bilginlerin görüşüdür: Susanlar, kurtuldu­lar.. İbni Abbas da bu görüşte olan İkrime’nin görüşüne katılmıştır. İbni Eesir de, bu görüşü benimsemiş ve şöyle demiştir: Bu, onlar helak oldular, demekten daha uygundur. Çünkü daha sonra onların halleri ortaya çıkmıştır. [2][88]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.